ÖNE ÇIKANLAR :

YAZARLAR

Ney’in sırrını Kutsi Erguner’den dinlemek

Sadık Yalsızuçanlar

29 Mart 2011 Salı 23:24
  • A
  • A
“Ülkendeki kuşlardan ne haber vardır
Mezarlardan bile yükselen bir bahar vardır
Aşk celladından ne çıkar madem ki yar vardır
Yoktan da vardan da ötede bir Var vardır
Hep suç bende değil beni yakıp yıkan bir nazar vardır
O şarkıya özenip söylenecek mısralar vardır
Sakın kader deme kaderin üstünde bir kader vardır
Ne yapsalar boş göklerden gelen bir karar vardır
Gün batsa ne olur geceyi onaran bir mimar vardır
Yanmışsam külümden yapılan bir hisar vardır
Yenilgi yenilgi büyüyen bir zafer vardır
Sırların sırrına ermek için sende anahtar vardır”

Sezai Karakoç


Kutsi Erguner, bize, ‘Ney’in sırrını, Mesnevi-i Şerif’in ilk onsekiz beytinden öğrenerek müzikal bir dilin içinden anlatan bir modern zamanlar dervişidir. Müziğin cihanşümul dilini keşfetmiş olan has sanatçıların hepsinde bu sırdan bir iz, bir işaret mutlaka vardır. Mesnevi’nin tümü, ilk onsekiz beyitte saklıdır. İlk onsekiz beytin sırrı ilk beyittedir. İlk beytin gizi ise, be harfindedir, be harfi ise altındaki noktada gizlidir. Efendimiz’den naklen rivayet edilmiştir ki : ‘Kuran Fatiha’da, Fatiha Besmele’de, Besmele be harfinde, be harfi ise ayırt edici bir noktada gizlidir, işte ben, o ayırt edici noktayım.’ Bursevi şerhinden öğreniyoruz ki, Mesnevi’de, şikayet, hikayet’ten önce gelmektedir : “Yarılmış gönlüme senden ulaşan her ney oluğu, kabrimin başında inleyen ney olur. Ben, canın canından şikayet ediyorum, fakat şikayetçi değilim, sadece rivayet (hikayet) ediyorum. O canın dudağından uzakta inleyen bir neydir. Dinle neyden hikayet ediyor, o şeker gibi dudaktan ayrı kalmış, ayrılıklardan şikayet ediyor…Ben, be’nin altındaki noktayım…Cümkle mana bir imiş, bunca tekrar nedir…Her şey benimle ayakta durur (veted, sütun, insan-ı kamil)…’ Bursevi be’nin sırlarını açıklarken şu şerhleri düşüyor :
Besmeleye uygunluğu. Tevbe suresi, besmelesiz inmiştir lakin be ile başlar.
‘Bişnev…’le başlaması, bu anlamda Mesnevi-i Şerif’in besmeleye uygun biçimde ve adeta besmeleyle başladığı anlamına gelir. O’nunla, O’nun adına ve O’na başlamak…Ve ‘Bişnev…’ nun ile biter, ‘ben, be’nin altındaki noktayım sırrı gerçekleşir. Toplayıcı nun, kitabın anasıdır. Kitabın aslı varlıktır., ‘Alan bir kıldan alır’ ancak. ‘Herşey, benimle ayakta durur.’ Varolanlar, melekutlarıyla kaimdir, ayakta durur; melekut, Allah’ın kudret elindedir.
Be, başlangıca ve o başlangıcın Mesnevi olduğuna işarettir, be’nin sayısal değeri 2’dir, bu bakımdan anlamlıdır. Bir, elif’tir, be, ikincidir. Elif, yani 1, Vahidiyyet’in imgesidir., Allah, tecelli aleminde vahittir, tecellinin olmadığı gayb alemlerinde ehad’dir, tek’tir, ona mutlak teklik, ehadiyyet denir. Be, Latif ism-i şerifinden doğar. Mesnevi-i Şerif, Latif olan Bari isminin tecellisidir. Ruhun lütfu olmadıkça, hakikatlerin ve latifelerin alemine girmek imkansızdır. Be, yaratılışın belirmesine işarettir. İnsan, taayyün’de, elif biçimindedir. Mesnevi, görünen ve görünmeyen alemlerin sırlarına ilişkin olduğundan, be, elif’e tercih edilmiş, ondan önce gelmiştir. Çünkü insanın yaratılışı, taayyün’e tabidir. Be kelimesinde, bu yüzden elif be’ye tabidir. ‘Evvel olan evveldir’ sırrınca, be, öne alınmıştır. Be’nin altındaki birlik noktası, Allah’ın öncesizlik düzeyindeki belirlenimine işarettir. İnsanın sırrı buradan gelir. Bişnev’deki ikinci nokta (ş’deki), Yaratıcı’nın sıfatlarının belirmesine işarettir. Sultani Ruh, onun mazharıdır. Üçüncü nokta (ş’deki) fiillerin belirmesine işarettir. Hayvani Ruh, onun mazharıdır. Be ile başlangıçta, biçim ve anlamın gerçekleşmesine imada bulunulmaktadır. Hz. Ali’den de naklen, ‘be’nin altındaki noktayım’ ifadesindeki sır, insanın halife oluşuna, hilafetinin başlangıcına ve Muhammedi Hakikat’in kapsamına işarettir. Ruhların nakışları, cisimlerin suretleri, tabii maddeler ve unsurlar, Muhammedi Hakikat’ten oluşturulmuş, doğmuş ve yansımıştır. Bu sonsuz çokluk, o sınırsız birlik’ten gelir. Be’nin noktası tekrarlanınca te ve se olur. Bu belirmedeki artış, be’nin birliğine engel olmaz. Bu sırdandır ki, ‘herşeyde O’nun için bir delil vardır. Bu delil, O’nun bir olduğuna işaret etmektedir.’
Be, elif’e göre münkesir, kırık çizgidir. Bu, tevazu, dolayısıyla da yücelme nedenidir. ‘Allah için tevazu gösterenin, Allah derecesini yükseltir’ buyrulmuştur.
Be, Arapça ve Farsça’da bitiştirme ve kavuşturma işlevi görür. Be ile başlaması, Mesnevi’nin asl olana ve sılaya kavuşturma işlevini ima eder.
Be’nin tek noktası, himmetinin yüceliğine işaret eder. Böylece birlik’ten başka nesneyi kabul etmez. Bu hikmettendir ki, ‘Sen Allah de, sonra onları bırak’ buyrulmuştur.
Be, amil harftir, imal ettiğini kendisi gibi çoğaltır. Be’nin durumu, kamil mürşidin haline benzer. Kamil mürşid, kendine gerçek inkisarla tasarrufta bulunduğu gibi, müritlerini de nefs-qi emarenin kötülüklerinden kurtarır ve alçakgönüllü kılar.
Be, Hz. Pir’in doğum yerine, Belh’e işarettir. Berr adını ima eder. Bahr demektir ki, Mesnevi-i Şerif, kıyısız bir denizdir. Be, bidayet’in de yani başlangıcın da ilk harfidir. Vs. vs. vs…
İşte, ünü dünyanın dört bir yanına yayılmış olan büyük icracı Kutsi Erguner, bu sırrın içinden konuşmakta, böylesi bir macerayı anlatan ney’i üflemektetir.
Müziğin modern zamanlarda, aşırı biçimde dışsallaşan formlarından tümüyle uzak, kalbe doğru bükülmenin, Rahmani nefesle neye üflemenin, bakir doğanın, ruhun ve aklın şarkılarını şakımanın yolunu bulabilmiş bir sanatçı olarak Erguner, aynı zamanda sanatın bir gelenek, bir edep ve bir meşk olduğunun bilincindedir. Bereketli bir müzik ortamından, müzisyen bir aileden, Mevleviliğin edep ve erkanını bilen ve yaşayan bir yerden gelen, o zengin gelenekten beslenen bir sanatçının, yeniliklere de ne denli açık olduğunu bize yine Erguner gösterir. İspanya’dan Kanada’ya, Afrika’dan Japonya’ya çağdaş ve geleneksel müzik icrası yapan çeşitli müzisyenlerle ortak etkinlikler düzenlemesi de bu bakımdan şaşırtıcı değildir. Herkesin kalbi hakikat için çarpar. Erguner, ney’in kamil, yetkinleşmiş insanı temsil ettiğinin farkındadır. Telvin’de, kendisine yöneltilen soruyu şöyle cevaplıyor : ‘Ney aynı insan gibi, yani kamışlıktan kesildiği vakit, bir çok perdeleri var. Dolayısıyla neyzenin nefesinin, neyin içinden geçip sese dönüşmesi mümkün değil. Onu temin etmek için neyzen ne yapıyor? Uzunca bir demiri kızdırıyor ateşte ve neyin içindeki o perdeleri yakıyor, açıyor. Sonrasında ney, aynı kendini Hakka teslim etmiş insan gibi neyzenin nefsi sayesinde bir seda çıkartabiliyor, yani neyzenin nefesi olmadan neyin kendine göre bir sesi yok. Aynen evliyaullah dediğimiz kendini Allah’a teslim etmiş, nefis perdelerini açmış, temizlenmiş insanların yaptıkları işlerdeki manevi olgunluğun neydeki nağmelerdeki gibi ahenkli oluşu ortaya çıkartıyor. Ayrıca neyin üzerine delikler deliniyor, bu deliklerin birinin kapanması diğerinin açılması veya birinin kapanması nağmelere yol açıyor. Yani insanın da bazı şeyleri görmesi bazılarını duymaması, duyması gerektiğini duyması, görmesi gerektiğini görmesi de insanın hayatında bir ahenk oluşturuyor.’
Erguner, sadece bu kozmik benzerliği vurgulamıyor, ‘cihanşümul’lükle ‘evrensel’lik arasındaki ayrımın da farkında. Bugün, özellikle müzikte, ‘evrensel’ dendiğinde, daha çok Batı Avrupa ve Amerikan modern müzik ekolleri anlaşılıyor. Oysa, cihanşümul nitelik, bozulmamış, saflığını koruyabilmiş bütün etnik müziklerde, yüzlerce yıllık geleneği olan dini müziklerde, klasik müzik türlerinde, blues, jazz gibi doğaçlama müzikal formlarda kendini gösteren bir şey.
Ney’in, böylesi bir niteliğe sahip olduğunu, Erguner gibi bir ney virtüözünün nefesi ortaya çıkarabiliyor.
Erguner’in onlarca özgün projesi arasında, ‘Tasavvuftan Flamenkoya’sı özellikle vurgulanmalıdır.
Mürsiya’lı büyük bilge İbn Arabi’den yola çıkan bu çalışmada, Şeyh’in ‘Arzuların Tercümanı’ndaki şiirlerde esen ilahi rüzgarın sesleri vardı.
Bu sesler, gelenekle aramızdaki bağların kopmasından sonra uğradığımız daralma halinin içine doğru estiğinde, işte Kutsi Erguner gibi nefeslerle yeniden duyulmaya başlayan cihanşümul seslerdir.
Erguner’e göre, ‘ney’in inleyişi pür müziktir ve insanın, can meclisinde verdiği sözü
hatırlatır : ‘Kuran’da ‘Ben sizin Rabbiniz değil miyim?’ diye bir soru var. Yani insanların beden halinde dünyaya gelmeden önce, var oldukları alem-i ervah dediğimiz bir dönem var. O dönemde Allah bütün ruhları bir araya getirip ‘ben sizin rabbiniz değil miyim?’ diye soruyor. Ruhlar da kendisine “beli” (evet) diye cevap veriyor. Ona akit diyoruz. Sözleşme yani. İnsanların ruh halindeyken verdikleri bir söz. Fakat sonraları bedene büründüğünde bu dünyaya geldiklerinde, tıpkı kamışlıktan kesilip ney haline dönüşmesinde olduğu gibi bu dünyaya geldiğimizde o akdi unutuyoruz. Tabiatımızın gerektirdiği başka şeylerle oyalanıyoruz. Şimdi musiki bize işte o söz verilen anı hatırlatmalı. Ahde vefa dediğimiz veya elest bezmi dediğimiz o anda verilen sözü hatırlatmak olarak kabul ediliyor. Ve bütün tasavvuf dünyamızda musikiye verilen önem de buradan geliyor. Ve bu ahde vefaya olan sözü hatırlatan da ney, yani evliyanın sözü veya Mevlana’ya göre şiirsel olarak neyin sedası. Bundan şu çıkıyor ki, Allah’ın ilhamıyla söylenen doğru sözler, neyin yani usta bir neyzenin yaptığı nağmeler gibi ahenkli, doğru orantılıdır ve ruh halindeyken verdiğimiz sözü hatırlatan bir ahde vefadır. Bu da esasında büyük bir haz olmalı.’
Kutsi Erguner’in Telvin’de belgelenen yolculuğu, insanlığın büyük hikayesinin bir parçası olarak sürüp gidiyor.
Ve, ney, hala, Hz. Mevlana’nın haber verdiği üzere, ‘ayrılıklardan şikayet’e devam ediyor.
YORUM YAZ
Henüz yorum yapılmamış.

Yorum yapmak için üye girişi yapmanız gerekmektedir. Yada Misafir Olarak Yorum Yapabilirsiniz.Üyeliğiniz varsa üye girişi yapabilirsiniz. Yeni üyelik için üyelik formunu kullanabilirsiniz.