ÖNE ÇIKANLAR :

YAZARLAR

Kumru (‘Hüseyin! Şehitler İncisi!)

Sadık Yalsızuçanlar

07 Aralık 2010 Salı 18:03
  • A
  • A
Boynundaki çemberleme, ipi andıran tüyleri ve ‘huu! huu!’ biçimindeki ötüşleriyle Kumru Elif’in kanatları altında. Ona kendisinden yakın, kendisine ondan uzak. Bu acıyla Hüseyin’in kanlı çehresine bakıyor gibi bakar Elif’in boşluğuna ve sürekli öter.

Yüzünde kan damlaları pıhtılaşmış, gözünde ne Zeynep var ne Sakine. ‘Ey güzel Allahım’ der, ‘çaresiz ve perişanım, kimim kimsem yok. Senden gelecek herşeye razıyım. Kalkış günü kimse acı çekmesin diye yaşıyorum bu ıstırabı.
Ta ezelden Kerbela toprağında başımı vermeye ahdettim ben.’

Kumru, Hüseyin’in başının üzerinde bir bulutun gelip durduğunu gördü. Bedeninde yarasız beresiz bir yer kalmamıştı. Kan sızıyordu yaralarından. Kumruyu görünce, ‘bu kavurucu güneşte’ dedi, gölgesiyle beni koruyan da kim?’ ‘Ben Cibril-i Eminim’ dedi Kumru. ‘Cibril mi?’ diye sordu Hüseyin. ‘Evet’ dedi Kumru, ‘seni kundaktan itibaren tanıyorum, acına ortak olmaya, seni korumaya geldim’. Hüseyin, ‘kanatlarını topla’ dedi Kumru’ya, ‘dedem Muhammed bana bakıyor arştan’ Kumru kanatlarını eğdi, semadan torununu seyreden Muhammed’in hüznü indi. Hüseyin’in sevdikleri aynı çölde can vermiş, yakıcı güneş altında kavrulmuşlardı. ‘Onların çektiği acıyı ben de tadayım bırak’ dedi Kumru’ya, ‘gölgenle serinletme beni, kanatlarını onların temiz ruhlarına aç, aşk bulutu gibi.’ Necef’e, Ali’ye ulaştı haber. Kerbela çölüne göktaşı gibi düştü Ali. Kufe sokaklarında, arslan heybetli babanın evlat acısı yankıdı. Hüseyin, ‘durma’ dedi Kumru’ya, ‘annemi getir bana, içimdeki özlemi dindir’. Yüreğinden ayrılık ateşi yükseldi. Kumru kanatlarını kanına sürdü Hüseyin’in. Ateşin şavkını alarak omzuna, göklere yükseldi ki Hüseyin’in kanlı başına bir Nemrud kılıcı daha indi, beyninin tasını parçaladı. Bir başkası yayını gererek fırlattı göğsüne. Ardından bir Firavun bir Firavun daha...Dişlerini kırdılar, başını parçalayıp göğsünü yardılar, lime lime ettiler bedenini. Çöl kanla yıkanıyordu. Kum taneleri ‘Hüseyin! Hüseyin!’ diye ağlaşıyordu. Ceylanların mercan gözleri pınar olup akıyordu. Üveyikler, leylekler parçalanmış bedeni üzerinde dönerek ağıtlar döküyor, çöl aslanları çığlık çığlığa bağırıyor, develer ağlıyordu. Yerle göğün arasından bir ses geldi. Herkes sese kulak kesildi. Cebrail göründü. Eğildi, yaralarından sızan kanı sildi kanatlarıyla. Ciğerleri zehirle parçalanmış olan Hasan geldi sonra. Sütünü ve uykusunu bağışlayan annesi geldi. Susuzluktan şerha şerha olmuş bedenini şefkatle sığazlayan dedesi gelince yüreğindeki goncalar patladı Hüseyin’in. Gönlü cennet bahçelerinden bir bahçe oldu. Başını dizine alarak, yüzündeki kanları temizledi. Gözünden sızan yaş sakalından inerek alnına düştü Hüseyin’in. Damlalar kalbine aktı oradan. Kalbi arılık kabesiydi. Siyah taş sedef oldu, dedesinin gözyaşı inci. ‘Öldürün beni’ diye inledi Hüseyin, ‘Zeyneb’in kan ağlama vaktidir öldürün beni. Güneş yaktı bağrımı, artık zulmetmeyin öldürün beni. Can dudaklarıma geldi, bırakmayın çıkarın onu. Dünyanız sizin olsun, beni Sevgili’me gönderin, öldürün beni’

Hüseyin’in çığlığı çölün nihayetine vurdu. Nemrutların yüreğine korku düştü. Kerbela’nın göğünde bir ağıt bulutu yükünü bıraktı. Ahı yağdı, çölü bir uçtan bir uca suladı. Hüseyin’in susuzluğu daha da arttı. Ali Ekber başının üzerindeydi, kanat kanada vermiş melekler ruhunu bekliyordu. Muhammed’in kutlu sakalı kana bulanmıştı. Elini mübarek eline almıştı Hüseyin’in. ‘Çöl sıcağında yanan bedeni mezarsız kalan yavrum’ diyordu, ‘seni Allah’ın rahmetiyle müjdeliyorum’. Canilerin korkusuna Huli adlı gözüdönmüş katil itiraz etti, ‘çekilin!’ diye gürledi, ‘dedesi peygambermiş, babası Aliymiş dinlemem ben, kendi ellerimle öldüreceğim onu’ Hançerine davranınca bir bağırtı koptu. ‘Ey Hüseyin! Ey şehitler incisi! Ey seçilmiş inci! Seni sonsuz mutlulukla müjdeleriz! Ey aslanlar aslanı Ali! Evlat acısının ödülü Allah’ın hazinelerindedir.’ Sakine çadırda saçını başını yoluyordu. Aşura günü bir kıyamet yasına döndü. Fatıma’nın ciğeri yandı. Peygamber hüzne gömüldü. Çadırlardan yükselen acı yeri göğü tuttu. Huli Hüseyin’e doğru yedinci adımını attığında Peygamber imamesini çözmüş, yerler ve gökler titremeye başlamıştı. Su içirmeden hangi kurban kesilmişti ki, bu zulmü reva görüyorlardı Hüseyin’e. ‘Dilim damağım kurudu, bir damla su verin’ diye inledi Hüseyin. Uğursuzlar uğursuzu Şimr, ‘su sana haramdır’ dedi, hançerini dayadı Hüseyin’in boğazına, ne kadar sürttüyse de kesemedi. Peygamberin dudakları dokunmuştu boynuna, hangi hançer kesebilirdi! ‘Allah’ın Celal ismi hürmetine’ diye inledi Hüseyin, ‘Rahman ismi hürmetine, Rahim ismi hürmetine, dedemin ümmeti bağışlansın dilerim.’ Gücü kesilmişti, dudaklarından, ‘Allah’tan başka tanrı olmadığına şahitlik ederim, sen benim ve tüm insanların müjdeleyicisisin’ döküldü. Son bir kez baktı dedesine. Yeryüzü deprendi. Gökler siyaha büründü. Son bir kez baktı dedesinin ışıltılı yüzüne. Saba rüzgarı bir ağıt estirdi. Kerbela kana boyandı baştanbaşa. Çöl sakinleri mateme büründü. Şimr ve öteki katiller Sakine’nin evini yıktılar, Fatıma’nın çadırının direğini söktüler, tarumar ettiler. Dokuz imamın babasını kana boğdular. Kan ırmağı çölü geçerek Mezopotamya’ya aktı. Oradan Anadolu’ya yürüdü. Güneş ışıklarını çekti yeryüzünden, yıldızlar küsufa yüz tuttu.

İnsanlar ve cinler ardından ağladılar Hüseyin’in. Zeyneb’in göz yuvaları kurudu. Kimsesiz çocuklar, yetimler, garipler karalar bağladı. Bir ceylan yetişti soluk soluğa, Hüseyin’e gözlerini verdi. Kumru kanatlarına aldı, dedesinin izinden, arşa çıkardı ruhunu. Ali’nin ruhuyla buluştu. Sakine çöle düşerek Mecnun izine karıştı.
YORUM YAZ
Henüz yorum yapılmamış.

Yorum yapmak için üye girişi yapmanız gerekmektedir. Yada Misafir Olarak Yorum Yapabilirsiniz.Üyeliğiniz varsa üye girişi yapabilirsiniz. Yeni üyelik için üyelik formunu kullanabilirsiniz.