ÖNE ÇIKANLAR :

YAZARLAR

22 Eylül 2010 Çarşamba 10:08
  • A
  • A
Evde hummalı bir çalışma.
Değirmene kalkacağız.
Çarmuzu mahallesindeki evimizin avlusunda kazanlar kurulmuş, bulgurluk buğday kaynatılıyor.
Annemler bi yandan da unluk buğdayı yıkıyorlar leğende.
Haşlanan buğdayın kokusu.
Güz sıcağıyla ateş bunaltıyor herkesi.
Annem şalvarını giymiş, kolları sıvamış, başı leçekli, tahta tabureye oturmuş, önündeki leğende buğdayı karıştırıyor. Suyun üzerinde köpükler oluyor. Parmağımızı sokunca çıkışıyor.
Hortum buğdayın dibinde, sürekli akıyor su. Sanki gözeden çıkıyor.
Aktıkça köpük çoğalıyor. Annem karıştırırken gözüne ilişen çeri çöpü ayıklıyor.
Teyzem gazocağında kaynayan suyla çayı demliyor.
Anneannem kaynayan buğdayı karıştırıyor.

Cumartesi için gün alınmış değirmenden. İki gün orada kalacağız.
Dama hılalar serilmiş. Buğday kaynadıkça yayılıyor üzerine.
Annem temizlendiğinden emin olunca hortumu çıkarıyor, leğenin kaldırarak süzüyor.
Babamın gönderdiği haralları getiriyor çırak.
Kırk teneke bulgurluk, on teneke unluk buğday ölçtü annem.
Keçi kılından yapılmış, kalın, kırçıl bir çuvala doldurulmuştu.


Haşlanan buğday bekletilmeden seriliyor hılalara. Bu sıra anneannemde bir telaş ve gerginlik.
Bağırıp çağırıyor, alnında boncuklanan ter gözlerine girince huylanarak paylıyor bizi. Yeni buğday konuyor kazanlara teştlere.
Yemek için eşiğe geçiliyor. Nisbeten serin burası. Güneş ensemizde boza pişirmiş.
Kazanların altında yanan dut ve meşe dallarının sıcağından yanaklarımız kızarmış.
Ciğer kavurması ile salçalı bulgur pilavı. Yanında ayran.
Herkes sofrada. Komşumuz Remziye teyze dünden kalma külah dolmasını getirmiş. Muhlise, Hısım, Refika teyze...Müthiş bi curcuna. Değirmene gideceğiz dört gün sonra.İçim içime sığmıyor.


At arabasıyla öğleyin geleceğini söyleyip evden çıkıyor babam.
Gün boyu buğday ayıkladı annemler. Komşu kızlar, kadınlar geldi, örtüler serildi, kimi sinide kimi ahşap sofra kabında saatlerce iki büklüm uğraştılar.
Arada çaylar içildi, çir ve pestil yendi, dedikodular yapıldı.
Annem tedirgindi. Bir aksilik olup babamın parlamasından korkuyordu.
Nihayet bitince tenekeyle ölçülerek dolduruldu harallara, ağızları dikildi, eyvana istiflendi.
Ardından iki gün boyu değirmende yenmek üzere tandır ekmeği, turşu, çay, şeker, çay bardakları, demlikler, kaplar hazırlandı.
Yorgan, battaniye, minder ve çamaşırlar paketlendi.
Mangal ile kömürü torbaya kondu.
Maşrapalar, su kapları...Annemin telaşı artmıştı, teyzeme, ‘kız tuzu koydunuz mu? Kız şeker yeter mi? Kız tenekeyi unutmayın’ diye bağırıyor, anneanneme, ‘telisler iyi dikildi mi? Soğan yeter mi?’ diye soruyor, ayakaltında dolaştığımız için bize çıkışıyor, arada bir yola bakıyor, ‘gördün mü gecikti, sonra bizden çıkaracak hırsını’ diye söyleniyordu.
Babam ezandan sonra atarabasıyla geldiğinde başı hafif dumanlıydı ama yine de keyfinin yerinde olduğu, ‘değirmen iki taştan/muhabbet iki baştan’ türküsünü mırıldanmasından, atarabacısıyla şakalaşmasından belliydi.
Arabanın durmasını beklemeden atladı, hızını kesmeye çalışarak geldi, hoooop kollarımdan tuttuğu gibi havalandırdı beni, öpüp bıraktı.
‘Hadi yallah’ diye hareketlendirdi herkesi.
Arabacı, üzerinde oturduğu kırçıl yem torbasını öne çekti, süpürge istedi teyzemden, arabayı bi güzel süpürdü.
Annemle büyük teyzem ağır telisleri iki ucundan tutarak, ‘haydi, bir iki üç, bismillah’ diyerek arabaya atıyorlar, babamla arabacı öne sürükleyerek yerleştiriyorlardı.
Anneannem, ‘et aldın mı?’ diye sordu babama, ‘aldım aldım herşey tamam’ dedi.
Değirmende iki gün boyunca mangal yakılır, ciğer, böbrek, dalak ve et kızartılır, biber domates patlıcan közlenir, yanına mutlaka bulgur pilavı yapılır, kömürde demlenen çayla ziyafet çekilirdi.
Torbalar atıldı, minderler, yatak ve yorganlar yüklendi, babam arabacıyla öne, annemler arkaya biz annemle teyzemin kucağına yerleştik, kapı kilitlendi, komşulara eyvallah dendi, arabacı, ‘hadi oğlum’ dedi atın üzengisini hafifçe salladı, ‘hadi!’ Dilini üst damağında şaklatarak tuhaf bi ses çıkarıyordu atı hareketlendirmek için.
Parke taşlı yolda ağır ağır gidiyor, geçenlerle selamlaşıyor, laflar atıyor, şakalar yapıyordu.

İki taşlı değirmene yaklaştık, yanımızda azığımız, sermayemizi öğütmek üzere.
Burası, kendimi bildiğimden beridir gittiğimiz Haydar’ın değirmeniydi.
Haydar amca saçını değirmende gerçekten ağartmış, işini severek ve ciddiye alarak yapan, kırmızı suratlı, elleri, iri parmakları nasır bağlamış, çatlak çatlak, dişleri sigaradan kararmış, boğuk sesli, başından papak eksik olmayan bi adam.
Babamı çok seviyor. Değirmende daha çok kalmamız için can atıyor sanki.
Çarmuzu deresi bozulana ve kuruyana değin su değirmeniymiş burası.
Haydar amcanın anlattığına göre kanatlı çarklar gece gündüz döner dururmuş.
‘Böyle elektrik filan yoktu o zaman’ diyor, ‘Allahın suyu ile çevirirdik işleri, bedava anlayacağın.’
Dereden eğimli kanallar yapılmış, suyun taşkınlaşması halinde zarar ziyan olmasın diye birkaç vana koyulmuş.
Haydar amca sık sık vanaları kontrol edermiş.
Su akar, kanatlı çark döner, ayine-yi devran sürüp gider, taşı çevirir, taş buğdayı ezer, kırar, ufalar, unufak edermiş.
‘Dünya dediğin bi değirmen’ derdi Haydar amca durup durup. Cigara yakar, dalıp gider, taşta kaybolurdu.

Haydar amca titiz adam. Herşey yerli yerinde olacak. Unluk buğday ayrı bir taşın yanına, bulgurluk ayrı bir yere, fazla torbalar kaldırılacak, çocuklar ayakaltında dolaşmayacak.
‘İyi seçtinizmi gelin?’ diye sordu.
Annem, ‘he’ dedi.
Babamın keyfi artıyordu. Haralları arabacının yardımıyla omuzluyor, taşıdıkça öne eğiliyor, iki büklüm indiriyordu.
Annemler de öteberiyi indirdiler.
Haydar amca kapının sağ yanındaki boşluğu göstererek, ‘şuraya yerleştir çocukları’ dedi anneme.
Örtüler, minderler serildi, halkalandık, yemiş tabağı ortada, bağdaş kurarak oturduk.
İçerisi loş idi. Pencereden inen huzmede tozlar uçuşuyordu.
Babam arabacıyı uğurlayıp döndü, terlemiş, nefes nefese kalmıştı.
Oturdu, sigaraya davrandı.
Haydar amca, ‘dur’ dedi, ‘tütün sarayım’.
‘Yok yok’ dedi babam, ‘hazır yak, sonra sararsın’
‘Çayı koyun kız’ diye ünleyince Haydar amca, ‘yav Abdo’ dedi hele bi soluklansınlar, ne kadar yoruyorsun insanı’
‘Sabahtan beri çay içmedim’ dedi babam.
‘İçersin hele biraz sabırlı ol, vaktimiz çok’

Anneannem eti, sebzeyi hazırlamak üzere kalktı.
Haydar amca çakıldağı, kayışları denetledi; tekneyi, taşı temizledi.
Babam çuvalın ağzını çözdü.
Ben yavaşça kalkarak Haydar amcanın yanına gittim.
‘Gel’ dedi, kendi minderini çekerek, ‘şurda otur, sakın kalkma’
‘Tamam’ dedim.
Ortası delikli, iri taş pürtük pürtüktü. Her dönüşünde bi parça da kendisinden kopmuştu.
Haydar amca babamın çözdüğü telise avcunu daldırdı, baktı, ‘iyi elemişler’ dedi.
Taşın üzerinde buğdayın azar azar döküldüğü oluk, yanında tekne, kayışlar, sarkan kendir ipler...Babama, ‘hadi’ dedi, ‘başlayalım’
Babam birkaç teneke boşalttı tekneye.
Kalanını birlikte kaldırarak döktüler.
Haralı özenle katlayıp kenara koydu.
Taşın kayışına baktı, incecik borusu olan makine yağıyla çarkı yağladı. Kavradığı kısmı iyice aşınmış olan tahtayla buğdayı kardı.
‘Bismillah’ diyerek düğmeye bastı.
Düğmeye basmasıyla çark dönmeye, kayışın kanırtmasıyla kocaman taş gürültüyle çevrinmeye, az sonra teknenin ucundaki kapağı kaldırınca buğday dökülmeye başladı.
Eğildi, teknenin oluğunun dibindeki kapağı daralttı.
Un aşağıdaki büyük tekneye serpiliyordu.
Doğruldu, soluklanarak, ‘hadi bereketli olsun’ dedi.
Babam, ‘kolay gelsin’ dedi ve ekledi, ‘çıkar bakalım tabakayı’
Oturdular. Haydar amca babamın sigarasından sonra kendininkini de yaktı.
Teyzem ilk çayı getirdi tepside buğusu üstünde.
‘Değirmende döner taşım/Sevda değil bu bir hışım’ diye başladı babam.

Haydar amca duygularını ele vermek istemeyenlerden.
Duyularımıza kapalı olan bir çok şey kendisine açık gibi
Sabırlı, temkinli ve sakin.
Babam neşelendikçe o da seviniyor, belli etmiyor.
Gözü buğdayda, unda.
Gözlerim de taşla birlikte dönüyor.
Gürültüye alışıyoruz farkında olmadan.
Tekne doluyor, un kokusu yayılıyor, pencereden süzülen ışık sararıyor iyice, değirmenin un tozuyla kapanmış taş duvarlarına, iplere, kablolara, direklerle çatılmış tavana, yüzlerimize, ellerimize, saçımıza, seslerimize düşüyor.
Oluktan inen buğday taşın ortasındaki delikte kayboluyor. Yutuyor taneleri, durmaksızın dönerek öğütüyor. Dönüyor dönüyor dönüyor biteviye aynı sesleri çıkararak, aynı hızla, bıkıp usanmadan dönüyor, içine aldığını kırıyor, bölüp parçalıyor, toz haline getiriyor.
Çayını içtikten sonra, duvara hızna çivileriyle tutturulmuş raftaki tozlanmış saate bakarak ayaklanıyor Haydar amca.
‘Hadi Abdo’ diyor babama, ‘bulguru da açalım’
Öteki taşın teknesine bu kez haşlanmış buğday dökülüyor.


Işık tümden gidince, lambaların hepsini yakıyor Haydar amca.
Dışarı çıkıyorum.
Akşam, karanlığıyla örtüyor herşeyi.
Hava ılık, ortalık sessiz.
İçerden değirmenin uğultusu taşıyor.
Yıldızlar uyanıyor birer ikişer.

Haydar amca, teknedeki unu geniş ağızlı bir el küreğiyle çuvala dolduruyor. Elleri, parmakları, yüzü, kaşları, saçları, kirpikleri unlanmış.
Taş döndükçe beyazlaşıyor çehresi.
Babam mangalı ortaya getiriyor, kömürü döküyor, birkaç çırpı, kağıt, yakıyor.
Ateş büyüyor.
Anneannem şişe geçirdiği etleri, közlenecek sebzeleri tepsiyle getiriyor.
Bohçada ıslatılmış tandır ekmeği.
Ateşe toplanıyoruz.
Alevin ışıltısı yüzümüze vuruyor. Birbirimizin yüzündeki ışıklara ve gölgelere bakıyoruz.
Babam bi gayretle ateşi harlıyor, közü dağıtıyor, karton yelpazeyi sallıyor. Ellerimdeki ışıltıya bakıyorum. Yanıp yanıp sönüyor. Kardeşlerimin çenesinde, alnında, annemin ensesinde, anneannemin yazmasında ışıklar...
Vakit ilerliyor, taş dönüyor, buğday akıyor, un akıyor.
Haydar amca bulgur taşının başında, saçılan buğdayı süpürüyor, teknede birikeni karıştırıyor.
Babam şişleri özenle diziyor, patlıcanları yatırıyor; annemle teyzem siniye reyhan, kekik, soğan yayıyor, tandır ekmeği koyuyor, tabakları diziyor, cacık yapıyorlar.
Haydar amca un taşını izliyor, buğday azaldıkça yeni çuvaldan azar azar dolduruyor, ilk çıkan undan değirmen hakkı ayrılıyor. Taş, saatin akrebi gibi sürekli dönüyor, döndükçe içindekileri öğütüyor. Haydar amcanın saçları, yüzü undan görünmez halde.
Kızaran etle domates-biber kokusu yayılıyor ortalığa, burnumuzu dolduruyor.
Babam şişleri çeviriyor, maşayla közü karıştıyor, pişen parçaları ekmekle sararak tabaklara koyuyor.
‘Haydar ağa, biraz soluklan, hadi’ diye sesleniyor.
Gürültüden ses duyulmuyor, tekrar bağırıyor babam.
Değirmenci teknelere son bi kez bakıyor, üstünü başını silkeliyor, sofraya bağdaş kurup oturuyor, ‘gelin çocuklar’ diyor. Kadınlar ayrı bir tepside kendileri için hazırlık yapıyorlar.



Taş dönüyor, vakit hayli geç olmalı.
Çocuklar için yatak açılıyor, aynı yatağa sıralanıyoruz. Dışarda bulaşıklar yıkanıyor, çay demleniyor yeniden. Tabi uyuyamıyoruz, yatakta oturmamıza izin veriliyor.
Babamla Haydar amca bir taraftan buğday dolduruyor öbür taraftan un alıyorlar.
Koyu bir muhabbete dalmışlar, arada kahkahalar, el şakaları.
Sigaranın biri sönüyor biri yanıyor.
Duyulmadığı için bağırarak konuşuyorlar.
Gecenin sessizliğinde taşın gürültüsü iyice artıyor. Kulağımızda değirmen dönüyor, başımızda değirmen.
Haydar amca gibi babamın da saçları beyazlaşmış, yüzü gözü tozlanmış.

Haydar amca yalnız yaşıyor, evi değirmene bitişik. Eşi ölmüş, çocukları olmamış.
Çocukları çok seviyor.
Evinin bahçesinde kayısı ve ıhlamur ağaçları yükseliyor.
DeÄŸirmencilik babadan.
Su değirmenleri varmış eskiden. Dere bozulunca elektriğe çevirmişler.
Eski araçlarını atmamış.
Değirmende babasının silik, büyütülmüş bir fotoğrafı var, duvara asmış, tozdan görünmüyor.

KardeÅŸlerim uyuyor.
‘Oğlum cinlendin mi’ diyor annem, ‘neden uyumuyorsun?’
‘Lütfen anne’ diyorum, ‘biraz daha oturayım’
‘Baban kızacak’ diyor.
Babam geliyor, ‘noldu?’ diye soruyor.
Annem, ‘uyumak istemiyor’ diyor.
Kaşlarını yalancıktan çatarak bakıyor babam.
Ben yalvarır gibi bakıyorum.
‘Gel’ deyince sevinçle fırlıyorum yataktan, un taşının yanındaki mindere kuruluyorum.
Taş yalpalayarak dönüyor, aynı gürültü, kulağımızda sadece taşın sesi.

Annemler dolan çuvalları kenara istifleyerek ağzını dikiyorlar.
Çaydanlık, mangaldaki korun üzerinde.
Haydar amca işine dalmış.
Babam yeni bir çuvalı sürüyerek getiriyor.
Haydar amca unun tadına bakıyor.
Annem ‘gel’ diye işaret ediyor, gidiyorum yanına, tabakta kavrulmuş kayısı çekirdeği ile besni üzümü. ‘Çay da isterim’ diyorum. Paşa çayım geliyor.

Taşa bakarken gözlerim dalıp gidiyor.
Ne zaman gözkapaklarım kapandı, ne zaman yatağa götürüldüm hatırlamıyorum.
Uyandığımda babamla Haydar amcanın yüzleri görünmüyor, gözleri uykusuzluktan kanlanmış, kahvaltı hazırlanmış.
Taş hala dönüyor, hala öğütüyor.

Dışarı çıkıyoruz kardeşlerimle. Ağaçta kalmış son kaysıları düşürüp yiyor, çember oynuyoruz.
Taşın gürültüsü düşüyor bahçeye.
Gün boyu değirmenle bahçe arasında mekik dokuyor, öğleyin babamın mangalda pişirdiklerini yedikten sonra uyuyoruz.
Akşam artık aşinası olduğum gürültüye uyanıyorum.
Taş dönüyor hala, öğütmeyi südürüyor.
Gece yine buradayız.
Annem, ‘ezanda biter’ diyor.
Bizden sonra başkaları gelecek değirmene, yine taş dönecek, öğütecek içine atılanları.
Haydar amca bitkin, babam birkaç saat kestirmiş anlaşılan.
Değirmen taşı dönüyor.
Çuvallar doluyor çuvallar boşalıyor doluyor boşalıyor doluyor boşalıyor doluyor boşalıyor...
YORUM YAZ
Henüz yorum yapılmamış.

Yorum yapmak için üye girişi yapmanız gerekmektedir. Yada Misafir Olarak Yorum Yapabilirsiniz.Üyeliğiniz varsa üye girişi yapabilirsiniz. Yeni üyelik için üyelik formunu kullanabilirsiniz.