ÖNE ÇIKANLAR :

YAZARLAR

Kaybetme korkusu

Ömer Baba'nın Gündemi

25 Temmuz 2010 Pazar 14:31
  • A
  • A
Ali Kemal: “Efendim! Önceki sohbetinizde ‘Nefsanî ve Rahmani ego’dan bahsederek, ‘Bunlar her insanın içinde savaşmaktadırlar. Bunlardan hangisi üstün gelirse bizim şahsiyetimiz ona göre oluşur. Rahmani ego üstün gelirse gerçek insan, nefsanî ego üstün gelirse insan şeklinde hayvan olarak yaşarız’ dediniz. Bu savaşta kimin yanında yer alacağımıza nasıl karar vereceğiz? Önce nefsimizi tanımamız gerekmez mi? Elle tutulur gözle görünür olmadığına göre bizler bu işi nasıl başaracağız?”

- “Tasavvuf düşünürleri, iç âlem ve dış âlemimizde olup bizi etkileyen güçlerden bahsederler. İç âlemimizde olan ve kötülüğü temsil eden güce ‘nefis’, iyiliği temsil eden güce ise ‘akıl’ derler. Dış âlemimizde kötülüğün sembolüne ‘şeytan’, iyiliğin sembolüne ise ‘melek’ derler.

Peygamber efendimiz bir hadislerinde, ‘Sizden her birinize yakın olmak üzere cinden (şeytan) ve melekten birer memur başınıza dikilmiştir’ buyurmaktadır.

Şeytan her fırsatta zulme ve kötülüğe teşvik eder. Melek ise iyiye, güzele ve doğruya teşvik eder. Bu iki güç daima insanlara kendi fikirlerini telkin eder. İnsanlar kendilerine sunulan bu iki fikirden birini kabul etmek veya ret etmek konusunda özgürdür.

Başımıza dikilen, devamlı bize telkinlerde bulunan nefis ve aklı, diğer bir ifade ile melek ve şeytanı deney yaparak tanımaya çalışalım.

Hepiniz sandalyelerinize şöyle rahatça bir yerleşiverin. Derin bir nefes alın kendinizi rahatlatın. Gözlerinizi yumun. Hiç tanımadığınız bir beldedesiniz. Ortam çok kötü, insanlar çok yoksul, çocuklar çok perişan, ayakkabısız, elbisesiz ve sağlık durumları çok bozuk görülüyor. Bölgede hiç sağlık kuruluşu yok, eğitim için okul yok, yetişkinler için iş imkânı yok. Bu manzara karşısında iç dünyanızda neler oluyor, içinizden size bazı sesler geliyor olması lazım. Ben içimden geçenleri size anlatarak yardımcı olayım. Melek/ aklım hemen devreye girdi ve:
‘Bu insanlar senin kardeşlerin, onlara mutlaka yardım etmelisin.’
‘Bütün varını bu yolda harcamalı ve bu insanların hayatını düzeltmeye yardımcı olmalısın.’ ‘Allah Kur’an’da ‘Size verdiğimiz rızıklardan infak ediniz’ buyuruyor, işte sana çok iyi bir fırsat. Bu fırsatı ganimet bil ve gerekeni yapmakta acele et.’
‘Senin mal varlığın yeterli değilse yardım kuruluşlarından yardım almalısın.’
“Buradaki durumdan eşini dostunu, tanıdıklarını haberdar etmelisin.’
‘Bu güzel işte öncü olmalısın’ demeye başladı.
Öyle inanıyorum ki sizler de içinizden benim duyduğuma benzer sesler duymaktasınız.

Biraz önce bir deney yaptık, melek veya aklımızın bize neler söyleyebileceğini dile getirdim. Bu sözlere karşı bizim nasıl davranacağımız çok önemli. Melek ve akıl birlikteliğini biz daha önce ‘Rahmani ego’ olarak isimlendirmiştik.

Eğer kişi, ‘Rahmani ego’nun etkisinde ise cömert olur. Cömert kişi çalışır, kazanır ve elde ettiklerini çevresi ile paylaşır. Elde ettiği mal ve mülkü Allah’ın verdiğinin bilincindedir. Ayrıca, çevresindeki her varlığın Cenab-ı Hakk tarafından yaratıldığını bildiğinden her kese saygı ve sevgiyle davranır. Başkalarının hayatını kolaylaştırmaya ve karşılık beklemeden insanlara yardımcı olmaya çalışır. İstediği tek şey yaptığı yardımın işe yaraması, yerini bulması, gerçekten ihtiyacı olan kişilerin hayatında olumlu bir değişim olup olmadığıdır. Cömert insan yardım ettiği insanlardan asla teşekkür beklemez.

“Rahmani ego”nun (melek ve akıl) etkisinde, sahibi olduğu şeylerden vermeye karar veren kişi, farklı bir bakış açısına sahiptir. Cömert kişi, verdiği zaman çok mutlu olur, böyle bir fırsatı ve hizmeti kendisine nasip ettiği için Rabbine teşekkür eder. O her zaman insanların birbirine yardımcı olması gerektiğinin bilinci içindedir.
‘Rahmani ego’ özgürlüğe, gelişmişliğe, kendini aşmış kişiliğe ve bilgeliğe götürür. Bu kişiler, girdikleri ortamlarda, ‘Ben buradan ne öğrenebilirim?’, ‘Buradaki insanlara nasıl yardımcı olabilirim?’, ‘İnsanlara hizmet ederek hayatımı daha nasıl anlamlı kılabilirim?’ diye daima çevresini araştırır.
Buraya kadar ‘Rahmani ego’nun telkinlerini dinledik. Her şey çok güzel gibi gözüküyor. Ama hiçbir şey göründüğü gibi değildir. Melek ve aklımız bize telkinlerde bulunurken nefis ve şeytan diye bildiğimiz etkileyici güç sakin sakin durmaz. Hemen bütün gücü ile devreye girer.

Şimdi tekrar gözlerimizi yumalım. Aynı beldede aynı yoksul insanlar ve çocuklarla birlikteyiz. “Nefsanî ego” (şeytan ve nefis) hemen devreye girer ve:

‘Bu insanlardan sana ne? Sen bunlardan sorumlu değilsin.’
‘Sen gece demedin gündüz demedin çalıştın çabaladın ve kazandın, şimdi ne akılla başkalarına dağıtacaksın.’
‘Hem sen kim oluyorsun ki insanlara rızık vereceksin, mahlûk’un rızkına Allah kefil değil mi? Sen de başkaları gibi rızık yiyicisin.’
‘Hem bu insanlar neden senin kardeşin olsunlar ki, öz kardeşlerin olsalar bile, onların aklı yok mu? Akıllarını çalıştırsınlar ve bu yoksulluktan kurtulsunlar.’
‘Hemen başkalarına haber vereyim diyorsun, bu işin sonu sana patlar. Bütün mal varlığını kaybedersin. Sen en iyisi hiçbir şey görmemiş gibi davran.’
‘Sahip olduğun şeyleri elinde tutman ve koruman gerekiyor. Saklamaz ve kıymetini bilmezsen hepsini kaybedersin.’
‘Her önüne gelene kazancını dağıtmak için mi çalışıyorsun? Bugünün yarını da var bir felaket olabilir, savaş olabilir, çok zor durumda kalabilirsin. Sen beni dinle sahip olduklarını iyi sakla ki kimseye muhtaç olmayasın’ diye telkinler vermeye başladığını duyar gibiyim. Sizin de hissettiğinizi tahmin ediyorum.

Bu konuda şunu net olarak söyleyebiliriz, nefsanî ego, insanı korkuya, bencilliğe, açgözlülüğe, şüpheciliğe ve kişiliksizliğe sürükler. Bu kişilerin sahip olduğu şeyler çoğaldıkça korkuları artar. Geceleri uykularını kaçırır rahat uyuyamazlar. Sahiplendiği mallar çoğaldıkça, nefsi ona, ‘Sen daha çok kazanmalısın, kazandığın malın bir kısmı elinden çıksa bile yarısı sana kalmalı’ diyerek fazla mal sahibi olmaya yöneltir ve sonu gelmeyen bir doyumsuzluğa sokar.

‘Nefsanî ego’nun etkisinde kalan kişi, mal ve mülk kazandıkça çevresindeki insanlara korkuyla bakar. Kendini çevresine varlıklı göstermemeye çalışır. Bu karakterdeki kişiler, kendilerinden daha zayıf, daha bilgisiz, daha çaresiz insanlarla karşılaştığı zaman, ‘Bu karşılaştığım insan malı elinden alınacak, yararlanabileceğim birine benziyor’ ya da ‘Bu insanda işime yarayacak bir şey var mı?’ diye bakar.

Kendinden daha güçlü, daha bilgili, daha becerikli insanlarla karşılaştıkları zaman da, ‘Bu insandan bana zarar gelir mi?’ diye korkuyla bakarlar. Çevrelerindeki insanlara ya ‘Kazık atılacak’ ya da ‘Bana kazık atabilir” diye bakmaya başlarlar. Bu halde devam edecek olursa bütün yakınlarından uzaklaşır ve yakınları tarafından da sevilmez olurlar. Korku ve kaygıyla sürekli bir şeylere sahip olmak ister. Sahibi olduğu şeylerden vermek istemez ve veremez. Eğer birisine bir şey veriyorsa, verdiği şeyin daha iyisini alabilme umudu vardır da ondan veriyordur. Yani kaz gelen yerden tavuğu esirgemiyordur.
Öğrencilerinden biri, Cüneyt-i Bağdadi’ye beş yüz altın getirdi.
‘Bundan daha fazla paran var mı?’diye sordu.
‘Evet var.’
‘Daha fazlasını arzuluyor musun?’
‘Evet.’
‘Öyleyse bunu saklamalısın, çünkü ona benim ihtiyacım olduğundan daha fazla senin ihtiyacın var. Benim hiçbir şeyim yok ve hiçbir şey arzulamıyorum. Sen ise çok varlıklısın ve hala daha fazlasını istiyorsun’ dedi.

Son söz olarak şunu söyleyebiliriz. Allah’a ve ahirete inanan her kişi, ‘Rahmani ego’ya kulak vermeli, telkinlerini kabullenmeli, çok çalışmalı, çok kazanmalı ve elde ettiklerinden ihtiyaç sahiplerine verdikçe mutlu olmalı. Vermekle, yardım etmekle malın mülkün azalacağına değil aksine artacağına inanmalı. Aç gözlü değil, tok gözlü ve cömert olmalı.”

Allah yar ve yardımcınız olsun.
YORUM YAZ
TOPLAM 1 YORUM

Yorum yapmak için üye girişi yapmanız gerekmektedir. Yada Misafir Olarak Yorum Yapabilirsiniz.Üyeliğiniz varsa üye girişi yapabilirsiniz. Yeni üyelik için üyelik formunu kullanabilirsiniz.

  • - neva,:05 Temmuz 2013, Cuma 23:42

    yazı çok güzel ,fakat başlığı daha anlam yüklü olabilirdi...selam ve dua ile