ÖNE ÇIKANLAR :

YAZARLAR

28 Şubat 2013 Perşembe 14:36
  • A
  • A

Küçücük bir çocuktum. Rahmetli babacığımla sabah namazını kıldık. Babam namazdan sonra evrad ve ezkar ile meşgul olduğu için yerinden hiç kalkmadı. Her zaman olduğu gibi başını sol tarafına eğmiş, uzunca olan sakalı göğsüne değiyordu. Tesbihini eline aldı ve kendi özel dünyasına daldı. Bir süre onu izledim, hiç kıpırdamıyor ve dizlerini bozmuyordu. Odanın içinde gâh oturuyor gâh dolaşıyordum. Benim gezmem dolaşmamdan hiç rahatsız olmuyor olacak ki; hiçbir gün “Oğlum sessiz ol, dolaşma” dediğini duymadım. Biraz sonra kapının hafifçe vurulduğunu duydum ve kapıyı açmaya koştum. Kapıyı açınca, daha önce hiç görmediğim, tanımadığım bir adam kapının önündeydi.

- “Baban evde mi? Acilen görüşmem gerekiyor. Soracak sorularım var.”

- “Evde, buyurun içeriye.” Adam içeriye girdi. Babamın vird ile meşgul olduğunu görünce, dizleri üzerine arkasına oturdu ve gözlerini yumdu. Evimizin harem tarafına geçtim, misafirimiz olduğunu ve kahvaltı hazırlamalarını söyledim. Çünkü babacığım ev halkına, “Mezarlıkta yemek yenilmez, evinizi mezarlığa çevirmeyin, misafirinize ikram ediniz” derdi. Evin bahçesine çıktım, biraz oyalandım, tekrar babamın odasına girdim. İkisi de bıraktığım gibi, boyunları bükük, huşu halindeydiler. Biraz sonra adam, yerinden kalktı, dış kapıya doğru sessizce yürümeye başladı. Onu takip ettim, ayakkabılıktan ayakkabılarını alıp giymeye başlayınca,

“Amca, soracaklarınız vardı niçin gidiyorsunuz? Sormadan mı gideceksiniz? Biraz sonra babam kalkar” dedim.

“Evlat, ben soracaklarımı sordum ve cevaplarımı aldım, sağlıcakla kal” diyerek gitti. Biraz sonra babam, postundan kalkınca olayı anlattım. “Amcan doğru söylemiş” dedi. Yaşadığım ve size anlattığım bu hikâyecikle dil dudak oynamadan da insanların konuşabildiklerini öğrenmiş oldum. Kendi kendime, “Büyüyünce, ben de böyle konuşabileceğim” dedim. Bütün büyüklerin öyle konuşabildiğini zannediyordum. Bu şekilde konuşabilmenin, özel eğitim gören kişilere mahsus olduğunu büyüyünce anladım. Konuşmadan konuşmayı ben de çok denedim, konuşabilmek nasıl Allah’ın bir lütfu ise sükût edebilmekte büyük bir lütuf. Çevrenizde çok konuşan insanlar doluştuğunda, konuşulanlara karşı sessiz kalınız. Bir müddet sonra seslerin kesildiğini siz de görebilirsiniz.

Vaktiyle fakir bir keçi çobanı yaşardı, her gün keçileri, otlamaları için köyü gören bir tepeye götürürdü. Sağırdı, fakat bunu umursamıyordu. Bir gün karısı yiyecek çıkınını vermeyi unuttu; çocuklada göndermedi. Normalde, vakit ilerlemiş bile olsa çocukla gönderirdi yiyeceğini. “Eve gidip çıkınımı alayım” diye düşündü çoban, “Burada akşama kadar bir şey yemeden duramam.” O sırada, tepenin yamacında ot kesen bir adam gördü. Yanına giderek şöyle dedi: “Kardeş, şu keçilere bir zahmet göz kulak ol da dağılmasınlar. Benim aptal kadın öğle yemeğimi koymayı unutmuş; onun için köye inmem lazım.” Ancak diğer adamın da kulakları işitmiyordu ve çobanın dediklerini tamamen yanlış anlamıştı. Şöyle cevap verdi: “Hayvanlarım için kestiğim otları neden sana verecekmişim? Evde bir ineğim bir de koyunum var; onlara yiyecek götürmek için bir sürü yol tepiyorum. Beni rahat bırak, senin gibilerle alış verişim olmaz.” Ve kabaca gülerek elini salladı. Keçi çobanı, adamın dediklerini işitmedi ve şöyle dedi: “Razı olduğun için sağ ol değerli dostum. Merak etme, hemen dönerim. Sayende içim rahat olacak.” Köye koşup küçük barakasına gittiğinde karısının hasta olduğunu gördü. Komşunun karısı da ona refakat ediyordu. Yiyecek çıkınını alıp hemen tepeye koştu.

Keçileri dikkatlice saydı, hepsi oradaydı. Diğer adam hala ot biçiyordu ve çoban kendi kendine şöyle düşündü: “Ne güvenilir bir insan! Hayvanlarıma göz kulak olmuş, teşekkür bile beklemiyor! Şu topal keçiyi ona vereyim. Akşam ailesiyle beraber pişirip yesinler.” Böylece, küçük topal keçiyi sırtlayıp bayır aşağı inerken seslendi: “Hey kardeş, keçilerime baktığın için sana bir hediye getirdim. Akşama bununla güzel bir yahni yaparsın. Zaten kesecektim, bak bir ayağı topal.” Fakat diğeri onun dediklerini işitmedi ve öfkeyle bağırdı: “Seni rezil çoban! Sen gittiğinden beri burada ot biçiyorum. Senin melun keçinin kırılan ayağından ben mi sorumluyum? Ben burada kendi işimle uğraşıyordum, keçinin ayağının nasıl kırıldığından haberim yok! Defol git yoksa patlatırım bir tane!” Çoban, adamın yüzündeki öfkeli ifadeye şaşırdıysa da söylediklerini duyamıyordu. Bunun için, oradan atıyla geçmekte olan birine rica etti: “Beyim, kurban olayım, bu adamın ne konuştuğunu bana bir söyle. Ben sağırım. Bu keçiyi ona hediye etmeme niye bu kadar kızdı anlayamadım.” Hem çoban hem de ot biçen adam, bağırarak yolcuya bir şeyler anlatmaya başladılar. Yolcu atından inip onlara doğru geldi. At hırsızı olan bu adam duvar gibi sağırdı ve onların söylediklerini işitmiyordu. Kaybolmuştu ve adamlara yol sormak istemişti.

Fakat yüzlerindeki tehditkâr ifadeyi görünce şöyle dedi: “Evet kardeşler atı çaldım ama size ait olduğunu bilmiyordum. Lütfen beni bağışlayın, şeytana uyup düşünmeden hareket ettim.” Ot biçen adam, “Keçinin ayağının sakatlanmasıyla bir ilgim yok!” dedi.

Çoban, “Hediyemi niçin kabul etmediğini söylesin. Yalnızca yardımına teşekkür etmek istiyorum” dedi. Hırsız, “Atı çaldığımı itiraf ediyorum. Ancak ben sağırım, atın hanginize ait olduğunu duyamıyorum” dedi. O sırada, toprak yoldan köye doğru yürümekte olan yaşlı bir derviş gözüktü.

Ot biçen adam ona koşup hırkasına yapışarak, “Muhterem derviş, ben sağır bir adamım, bunların söylediklerinden hiçbir şey anlamıyorum. Kimin ne için bağırdığını bilgeliğinle açıklayabilir misin lütfen?” dedi. Ancak derviş dilsizdi, cevap veremezdi. Fakat yanlarına gelerek, şimdi susmuş olan üç sağırın yüzlerine dikkatle baktı. Önce birine, sonra diğerine öyle uzun baktı ki rahatsız olmaya başladılar. Derviş siyah gözlerini diğerlerinin gözlerine dikmiş, durumun iç yüzü ile ilgili bir ipucu arıyordu. Fakat diğerleri dervişin onlara büyü yapacağından veya iradelerini ele geçireceğinden korktu. Hırsız birden bire atının üstüne sıçradı ve dörtnala kaçtı. Çoban, hayvanlarını toparlayıp tepenin daha yukarılarına doğru çıkmaya başladı.

Ot biçen adam ise gözlerini kaçırarak otları bir çuvala doldurup yüklendi ve eve doğru inmeye başladı. Derviş yoluna devam ederken içinden şöyle geçirdi: “Söz bazen öyle faydasız oluyor ki, insana hiç verilmese de olurdu.” (Sufinin Yolu, İdris Şah) Bir müddet dilsiz derviş gibi bir kenara çekilip insanları anlamaya çalışmayı düşünüyorum. Tekrar buluşma ümidi ile Allah’a emanet olun sevgili okurlarım. Rahmet ve mağfiretimize vesile olacak Berat gecenizi bütün içtenliğimle tebrik ediyorum. Allah, zatına layık kul, sevgilisi Muhammed (a.s.) ma layık ümmet olma bahtiyarlığına hepimizi ulaştırsın. Âmin.

“ Tövbe yarabbi günahlarıma, bilerek ettiklerime, bilmeyerek ettiklerime”

Allah yar ve yardımcınız olsun.

YORUM YAZ
TOPLAM 1 YORUM

Yorum yapmak için üye girişi yapmanız gerekmektedir. Yada Misafir Olarak Yorum Yapabilirsiniz.Üyeliğiniz varsa üye girişi yapabilirsiniz. Yeni üyelik için üyelik formunu kullanabilirsiniz.

  • - sultanbayindir@hotmail.com:04 Mart 2013, Pazartesi 14:11

    Yazılarınızı hasretle bekliyoruz.Bursa dan sevgiler.