ÖNE ÇIKANLAR :
POLİTİKATÜMÜ
  • GÜNCELLEME: 03 Kasım 2014 Pazartesi 16:59

Önder’den Davutoğlu’na Yanıt

Önderden Davutoğluna Yanıt

HDP İstanbul Milletvekili Sırrı Süreyya Önder, "HDP parti gib davranırsa muhatap oluruz" açıklamasını yapan Başbakan Ahmet Davutoğlu’na yanıt verdi.


HDP İstanbul Milletvekili Sırrı Süreyya Önder, " HDP’nin ve bu kulvarda siyaset yapan bütün kurumlarımızın neye benzediğini, benzeyeceğini belirlemek kimsenin haddi ve hakkı değildir. Bunu Sayın Davutoğlu’na aynen iade ederek başlamak istiyorum" dedi.

HDP İstanbul Milletvekili Sırrı Süreyya Önder, "Sürece mecbur ve mahkum değiliz’ sözünün hiç edilmemiş olmasını dilerdik. Sürece hepimiz, başta hükümet insanlık adına hem mecburuz hem mahkumuz" dedi.

BDP Grup Başkanvekilleri Pervin Buldan ve İdris Baluken ile HDP İstanbul Milletvekili Sırrı Süreyya Önder, Meclis’te basın toplantısı düzenledi. Toplantıda konuşan Sırrı Süreyya Önder, İmralı heyeti olarak uzunca bir zamandır çok büyük zaruretler olmadıkça, sürece gösterdikleri özen ve ihtimam çerçevesinde günlük tartışmalara fazla müdahil olmadıklarını belirtti. Özellikle Kobani direnişinden bu yana hükümet ve bağlı çevrelerce adeta bir siyasi linç kampanyasına dönüştürülen algı operasyonları karşısında sürecin değerlendirmesini yapmanın farz olduğunu söyleyen Önder, "Sayın Davutoğlu, bugün yaptığı bir açıklamada ’HDP bir parti gibi davranırsa muhataplığımız devam eder’ diye çok üstten, çok buyurgan, çok itici, sürece hizmet etmeyen, barışı öncelemeyen bir dille, bir icbar diliyle partimiz üzerinden bir ahkam kesmiş. Bu dili ve buna benzeyen yaklaşımların hepsini reddettiğimizi söyleyerek başlamak gerekiyor. HDP’nin ve bu kulvarda siyaset yapan bütün kurumlarımızın neye benzediğini, benzeyeceğini belirlemek kimsenin haddi ve hakkı değildir. Bunu Sayın Davutoğlu’na aynen iade ederek başlamak istiyorum" ifadelerini kullandı.

"KİMSE BİZE DİZ ÇÖKTÜRME HEVESİNE KAPILMASIN"

"Bu kostümü giyip salınmak isteyen çok yönetici gördük biz" diyen Önder, "Salt yönetici olsa neyse çok egemen gördük ki hepsi şimdi siyaset tarihimizin unutulmuş bir hafızasında, siyaseten yok hükmünde bir akıbetle karşılaşmışlardır. Onun için dil bu değildir, dil başlangıçta ’baldıran zehri gerekirse içerim’ diyen bir dildi ama o dil de bugün adeta baldıran zehri saçmaya devam ediyor. Sayın Davutoğlu ve onun gibi düşünen herkes, bizim bu tehdit, baskı ve nizamat verme duygularına karşı nasıl bir tepki vereceğimizi merak ediyorlarsa ya da bilmek istiyorlarsa çok değil bundan 2 sene öncesine gitmeleri kafidir. Bu hareket kimseden nizamat alarak siyaset yapacak bir hareket değildir. Akla gelebilecek gayri insani ve gayri ahlaki her yol denendi, bu çizgide siyaset yapan insanların hiçbirisinin diz kapağı toprağa değmedi. Kimse bize diz çöktürme hevesine kapılmasın. Bizim efkar ettiğimiz, üzüldüğümüz halklarımızın akıbetidir, kaçırılmak üzere olduğuna büyük endişe duyduğumuz barıştır, kardeşliktir, eşitliktir ve hepsinden önemlisi ahlaktır. Biz bunu hiç elden bırakmamaya çalıştık" dedi.

"6-7 EKİM OLARAK BİR DAHA YAŞANMAMASINI DİLEDİĞİMİZ GÜNLERE NASIL GELİNDİ?"

Önder, sözlerini şöyle sürdürdü:

"Hadiseyi bir linç operasyonuna dönüştürenler, özellikle Sayın Demirtaş’ı ve onun şahsında bütün parti ve kurumlarımızı, kardeş partilerimizi, bir linç etme furyası başlıyor. Bu nasıl buraya geldi, özellikle 6-7 Ekim olarak bir daha yaşanmamasını dilediğimiz günlere nasıl gelindi? Bir de bizden dinlemenizde fayda var. Kobani meselesi bugünkü bir mesele değildi. 2 yıldır gerek Öcalan’ın İmralı’dan her seferinde Rojava özelinde ama bölgeyi de genelleyerek önerdiği politikalar, bizim de siyasi arenada dile getirmeye çalıştığımız yaklaşımlar hep bu tehlikeye dikkat çekiyordu. Bu tehlike neydi? Bölgenin çeteler eline bırakılması, tamamen imha merkezli bir yaklaşım benimsenmesi, özelinde de Kürt hareketini, onun dostlarını, siyasi kurumlarını itibarsızlaştırmak ve mecalsiz bırakmak için yürüyen bir süreçte alabildiğine takatsiz bir muhatapla yürütmeye çalışma arzusu yatıyordu. Bu hükümetin anlamadığı ve hiçbir zamanda korkarım anlayamayacağı şey halk gerçekliğidir. Gücünü hakikatten ve tarihselliğinden alan halk gerçekliği göreceli olarak geri adım atabilir, imhaya uğrayabilir, katliamlara da maruz kalabilir ama yenildiği görülmemiştir. Rojava’da Kürt olmadığı halde sadece bu demokrasi mücadelesi için oraya gidenlerin sayısını gözünüzün önüne getirirseniz, hiçbir dayatma altında yaşamak istemeyenler için ne anlam ifade ettiğini görürsünüz. Bunu herkes gördü, bunu görmeyen bir tek kurum var, bizim hükümetimiz."

"ÇÖZÜM SÜRECİNDE HÜKÜMETLE BİRÇOK KRİTİK AŞAMADAN GEÇTİK"

Hükümetle çözüm süreci başlatıldığında bugüne kadar kritik birçok aşamadan geçtiklerini söyleyen Önder, bunların bir kısmının kamuoyu tarafından fark edildiğini, bir kısmının ise fark edilmediğini belirtti. Önder, "Fark edilmeyen anlarda, fark edilen kısmının birçoğunda hükümetle, siyasi iradesiyle bizler alanlarda ortaklaşarak bunun vahim bir hal almasını engelledik. Ama Kobani söz konusu olunca hükümet orada inisiyatif yitirdi. İnisiyatifi tamamen güvenlik güçlerine, polisine, askerine, onların kuşkulu tavırlarına bıraktı" dedi.

"KOBANİ DEDİĞİNİZ YER SURUÇ’UN BİR MAHALLESİNDEN BAŞKA BİR YER DEĞİL"

Önder, sözlerine şöyle devam etti:

"Oraya giden insanlar, demokratik, genç, yaşlı, kadın, Kürt, Türk, Ermeni. Bunlar siyasi temsiliyetler olarak oraya gittiler. Oraya giden herkes fütursuzca, hoyratça gaza maruz kaldı, plastik mermiye maruz kaldı. Hatta gerçek mermiler kullanıldı, gerekçe sınıra yaklaştırmamaktı. Biz hükümete ’gelin ortaklaştıralım’ dedik. Kobani dediğiniz yer Suruç’un bir mahallesinden başka bir yer değildir. Saçma bir sınırla, emperyalist bir buyurganlıkla çizilmiş sınırlar halkı boş verin, aileleri ortadan ikiye ayırmıştır. ’Gelin ortaklaşalım’ dedik. Başta belediyelerimiz olmak üzere çadırlarımızı kuralım, oradaki akıbet hakkında bilgilendirme yapalım, belediyelerimiz seyyar mutfaklarını kursun, sıhhi yardım için birçok hekim seferber oldu, onlara bir çalışma düzeni oluşturalım. Bu söylediklerimiz buza yazılmış yazı gibi eridi gitti, hükümet söylediklerimiz konusunda bir inisiyatif geliştiremedi. Oradaki kolluk kuvvetleri, jandarma gelene bir tek şey yaptı; öbür tarafta katliam yürürken bu taraftakileri gazlamakla meşguldü. Bütün Kürt halkında şu duygu oluştu; ‘Burada bir şeyler oluyor, hükümet bir şekilde bu çetelerin geçişine kolaylık sağlamaktan tutun da bin türlü ilişki biçimiyle bir organik bağ içinde, bizi neden buradan uzaklaştırıyorlar. Çünkü olanı biteni görmemizi istemiyorlar. Biz uzaklaştırılıyorsak, burada görmemiz istenmeyen bir tezgahlar çevrilecek’ dendi. Halkın itirazı bu noktada tavan yaptı. Ondan sonra bu katliam giderek bir yok edilme noktasına gelindiğinde artık halka çağrı yapmaya bile gerek kalmadı. Sokak diye olumsuzladıkları şey, bugüne kadar hiç yapmamışsak 2-3 bin kez yaptığımız çağrıların aynısıydı. Biz yaptığımız çağrıların aynısını yaptık, bugün olsa yine yaparız. Çünkü yaptığımızda demokrasi dışı bir ima ya da niyet yok, tam aksine demokrasiyi terk edenlere en demokratik hakkımızı kullanma çağrısıydı bu. Bir benzerini 1 Kasım’da yaşadık. Herkes 1 Kasım için felaket tellallığı yaptı. Bizim demokratik dikkatimizi ve halkın tuzaklara düşmeme basireti alabildiğine devreye girdiği için hükümet ya da derin güçler hiçbir provokasyona düşmediler. Devlet yoktu, gördük ki devlet olmayınca provokasyon da olmuyormuş. Bütün dünyaya emsal teşkil edebilecek demokratik dikkatle bizim halklarımız da iştirak ettiler. Biz bu süreçte hükümetle alabildiğine dikkatli, özenli kurduk cümlelerimizi. Peki hükümet ne yapıyor? Sayın Davutoğlu’nun söylediğine bakın, bu bir laf mı, ’Parti gibi olurlarsa.’ Ne demek sen Anayasa Mahkemesi misin, nereden karar verdiniz bizim parti gibi davranmadığımıza."

"BİRİSİ KORİDOR AÇIYOR, BUNA ÜŞÜŞMEYEN YOK"

Demokratik bir mücadele yürüttüklerini söyleyen Önder, güçlerini de halklarından aldığını dile getirdi. Herkesin dilini özenle gözden geçirmesi gerektiğini kaydeden Önder, "Hükümet Sözcüsünün yaptığı açıklamalar, yani açıklamayı bile zül addettiğim yaklaşımlar. Bakıyoruz, birisi bir koridFor açıyor, bu koridora üşüşmeyen yok. Kimse durup ’ya arkadaş bu ülkede savaş gerçekliği vardı, süreç yürüyordu, buna biz bu dille katkı sunabiliriz, hiç olmazsa hayır söylemeyeceksek susalım’ diyen bir Allah’ın kulu yok. Bir günde eski ezbere dönme konusundaki bu isteklilik, bilinmelidir ki bizde derin bir hayal kırıklığı oluşturmuştur. Ne zaman bu hadise belli bir yola girecek bir hal alsa gerek derin güçler, bunlardan en önemlisi Bingöl provokasyonuyla ortaya çıktı, hükümet yayın yasağı koydu. Buradan çağrı yapıyoruz, polis memurlarının üzerinden çıkan mermilerle, sizin orada öldürdüğünüz insanların üzerinden çıkan insanların mermilerin basitliğini halka açıklar mısınız? Niye yayın yasağı koydunuz? Darbe mekaniği dediğimiz şey tam da böyle günlerde faaliyete geçiyor. Bölgede menşei belirsiz birçok güç, ’bunların ayağı bir sürtülsün, mutlaka bir şekilde bir öfke patlamasına dönüşecek, biz o zaman yapacağımızı yaparız’ diyorlar ve bu mekaniği süratle hayata geçiriyorlar. Hükümet de buna bilerek ya da bilmeyerek alet oluyor. Bize kimse demokratik terbiye dersi vermeye kalkmasın" ifadelerini kullandı.


"BARIŞIN KİLİDİ KOBANİ OLAYLARINDA YATIYOR"

"Kobani olaylarını araştıralım, barışın kilidi orada yatıyor" diyen Önder, "Nasıl başlamış, hangi aymazlıklar sonucu buraya gelmiş, hangi hoyratlıklarla bu hal almış varsa sorumluluğumuz bunu kabul etmeye herkesten daha hazırız. Ama en başta hükümet şahittir ki biz bu konuda sorumluluğumuzu üzerimize düşenden kat kat fazla göstermeye çalıştık" ifadesini kullandı.

Önder, şunları kaydetti:

"Bir diğer pazarlık da o. Kamu düzeni sağlanmazsa barış süreci yürümezmiş. Sayın Davutoğlu’nun akademisyen kimliği var. Şu kadarını idrak edemiyor mu? Kamu düzeni basit bir asayiş sorunu değildir. Tam da barış süreci sağlanırsa kamu düzeni dediğimiz şey gerçekleşir. Bunu ortaya çıkaran meselelere bilimsel, sorumlu yaklaşım gelişmeden salt polisiye önlemler, salt faşizan yasalarla barış süreci mi yürür Allah aşkına. Bütün bunların ışığında siyasi irade, partimiz, bileşenlerimiz, Türkiye halklarının en billurlaşmış hali olarak, biz barış süreci için üzerimize ne düşüyorsa fazlasıyla yaptık, fazlasıyla da yapmaya hazır olduğumuzu açık yürekliliğimize ilan ediyoruz. Bu sözümüzün ağırlığı, ciddiyeti, en başta siyasi muhataplarımız tarafından bilinir, bu sözü ilk önce onlara söylüyoruz. Onlar bizim ciddiyetimizi herkesten daha iyi biliyorlar."

"2 SENELİK DİYALOG AŞAMASI ÇOK KIYMETLİ"

"2 senelik bir emekle ortaya getirdiğimiz, zar zor çerçevesini çizdiğimiz bir diyalog aşaması var, bu çok kıymetlidir" diyen Önder, "Buradaki sıkıntıların birçoğu da bu devletin bir müzakere hafızasının olmayışından kaynaklanmaktadır. Bugüne kadar hep savaşla, imhayla toplumsal meselelere yaklaşmış, müzakere temelli yaklaştığı zaman en ufak bir sürüncemede tekrar eski ezbere dönülmesidir bunun sebebi. Buna gerek de yok. Bunun maliyeti, faturası hiçbirimizin altından kalkacağı fatura olamaz" diye konuştu. Önder, bir diğer yanlış yaklaşım biçiminin "Olacak olanları düşünmek bile istemiyoruz" tarzında bir yaklaşım olduğuna dikkat çekti. Önder, "Olacak olanları hatırlamak istemiyorsak bunun gereğini yapmakla mükellefiz. Bunu Sayın Cumhurbaşkanına söylüyoruz" dedi.

Önder, "Tam tersine heyet olarak, parti olarak, bileşenler olarak, en çok kamu düzeni bozuk olduğunda ya da tehdit altında görüşmeye ihtiyaç var. Birisi söylüyor, öbürleri de ihmal ediyorlar. Tamamen yanlış bir saptama. Her şey güllük gülistanlıkken niye görüşecekmişiz ya da gençlerimiz büyük bir uçurumun kenarındayken kamu düzenini gerekçe gösterip görüşmekten nasıl imtina edecekmişiz. Bunlar yol değil. Heyetimize müdahale yol değil, kibir dili yol değil. Bizzat kendilerinin getirip Öcalan’la mutabık kaldıkları protokolün imzalanmaması yol değil" ifadelerini kullandı.

"SÜRATLE BARIŞ DİLİNE DÖNMEYE MAHKUMUZ"

"Süratle tekrar barış diline dönmeye mahkumuz" diye konuşan Önder, "Sürece mecbur ve mahkum değiliz’ sözünün hiç edilmemiş olmasını dilerdik. Sürece hepimiz, başta hükümet insanlık adına hem mecburuz hem mahkumuz. Birbirimize nizamat vermeden, üsluplarla algı operasyonuna girişmeden, gençlerimizin, ülkemizin, bölgemizin geleceğini düşünerek hareket etmeliyiz. Sürece, barışa, eşit bir kardeşliğe hepimiz hem mecburuz hem mahkumuz. Biz bu mecburiyet ve mahkûmiyetin sorumluluğuyla yaklaşıyoruz. Barış sürecinin en tılsımlı sözcüğü ’birlikte yapmak’ olmalıdır" dedi.
 

KAYNAK:
İHA
ÖNCEKİ HABER

SONRAKİ HABER