ÖNE ÇIKANLAR :
GÜNDEMTÜMÜ
  • GÜNCELLEME: 19 Haziran 2013 Çarşamba 21:07

Polise "gel gel gel" yaptılar!

Polise "gel gel gel" yaptılar!

Halil Berktay, Nişantaşı'ndaki olaylarda gözlemlediklerini yazdı. Polisin kullanabileceği şiddetin yüzde 15'ini bile kullanmadığını belirten Berktay, yapılan tahrikleri anlattı...


Daha önce 1977 yılında yaşanan 1 Mayıs olaylarıyla ilgili 'Solcuların iç hesaplaşması nedeniyle katliam çıktı' diyen Halil Berktay şimdi de Gezi olaylarını yorumladı.

"SOL ADINA SÖYLENEN YALANLARDAN BIKTIM"

Nişantaşı Valikonağı civarında oturan Berktay, polisle çatışan eylemcileri yazdı. 16 Haziran'da yapılan protestoları ve polis müdahalelerini anbean takip eden Berktay, 'Ben bıktım artık. Bir solcu ve bir demokrat olarak, on yıllardır sol adına söylenen yalanlardan bıktım. "Kol kırılır yen içinde" anlayışından bıktım. Bütün oportünist faydacılıklardan bıktım. ' diye yazdı.

İşte Berktay'ın Küyerel'deki yazısından bir bölüm:

Gözlemlerimi net özetleyeyim.

(1) Polisin bütün mevzilenişi, kimseyi Nişantaşı kavşağının ötesine geçirmemek, Taksim'e ilerlemelerine olanak vermemek üzerineydi.

(2) Polisin, protestocuların fazla ilerlemesini önlemek için zaman zaman gaz fişeği atmak dışında bir güç kullanmama talimatı aldığı çok açıktı ve nitekim öyle de davrandılar. Benim görüş alanım dahilinde, cop kullanmadılar, kimseye başka şekilde de vurmadılar, kimseyi gözaltına almadılar. Hatta yan sokaklardan birisi üzerlerine yürüdüğü ve küfrederek itip vurmaya kalkıştığında bile, sadece geri itmekle yetindiler; hiçbir karşılık vermediler. Oysa o kişinin yaptıkları (veya karşı apartımandan bir hanımın ettiği, kızımı "baba, Nişantaşı'nda Atatürkçü olmayan herhalde bir tek biz varız" demeye sevkeden küfürler) derhal
tutuklanmalarına yeterdi de artardı bile.

(3) Ben Gezi Parkı direnişinin başından değil, ilk haftasından da değil, bugününden, 15-16 Haziran'ından bahsediyorum.

POLİSE YAPILAN AÇIK VE ÇİRKİN TAHRİK

(...)Arkaya doğru iki saf halinde dizilip, elden ele kaldırım onarımı için getirilmiş taşları da geçirerek barikata rastgele yığıyorlardı. Bu derme çatma siperin ardında durmuş, hep aynı 5-6 kişilik, baretli ve gaz maskeli grup, sapanlarıyla bilye atmaya ve aynı zamanda, "hepiniz o.... çocuğusunuz" ve "gelin de hepinizin a...'nı s...lim" gibi şeyler bağırmaya başladılar. Zaten bu noktada cinsel küfürlerden başka slogan kalmamış gibiydi. Dahası, hep aynı 25-20 kişilik "lider" veya "militan" grubunun mensupları, zaman zaman cadde üzerinde polise doğru yürüyerek kollarını açıyor, "gel, gel" diye bağırırken elleriyle de aynı şekilde "gel, gel" işareti yapıyor, ya da daha müstehcen el-kol hareketlerine başvuruyordu. Hemen her şey, polisi kızdırıp saldırtmak üzerine kuruluydu.

BİRİLERİ CUMHURİYET TARİHİNİN EN KİTLESEL EYLEMİDİR DEYİP DURSUN

BU ÖLÇÜLER İÇİNDE, aşikâr olan, bütün saldırganlık ve şiddet insiyatifinin eylemcilerden geldiğiydi. Artık Taksim'e ulaşmak ve tekrar işgal etmek diye bir umutları da yoktu; sadece ve sadece, nerede ve ne ölçüde olursa olsun polisle çatışmak istiyorlardı. Belki bir kısmı için bu, AKP'yi devirmek gibi bir hedefe bağlıydı; bir kısmı içinse, kendini (1848 veya 1870-71 misali) "barikatlardaki bir özgürlük savaşçısı" gibi hissetme arzusundan kaynaklanıyordu. Ama ortada somut, anlamlı ve ulaşılabilir hiçbir siyasi hedefin kalmadığı ve eylem için eylem, çatışmak için çatışmak arzusunun öne çıktığı son derece belirgindi. İsteyen, "bu Cumhuriyet tarihin en kitlesel eylemidir" diye yazıp dursun. Belki gerçek olan, bu gençlerin kendilerini öyle bir "tarihsel ân ve aksiyon" içinde hissetme özlemidir. Elle tutulur olan şu ki, sokağa yalnızca hırslanmış bir öfke ve nefret ile belki bir kahramanlık ve macera hissi hükmediyordu.

KOL KIRILIR YEN İÇİNDE KALIR ANLAYIŞINDAN BIKTIM

Biliyorum ki bunları çıkıp söylemem ve yazmam, şimdi gene bir tepki dalgasına yol açacaktır. Aldırmıyorum. Ben bıktım artık. Bir solcu ve bir demokrat olarak, on yıllardır sol adına söylenen yalanlardan bıktım. "Kol kırılır yen içinde" anlayışından bıktım. Bütün oportünist faydacılıklardan bıktım. Geçmişte ve bugün, benim kendi kuşağımda ve şimdi kuşaklarda, maksimalist boyölçüşmeci, saldırgan ve şiddet kullanan kesimlere "masum gençlerdir" veya "barışçıl protestoculardır" veya "meşru savunma halindedirler" diye kol kanat germekten bıktım -- vakti zamanında bana ve bizlere kol kanat gerilmiş olmasından da, şimdi başka gençlere kol kanat germeye çağrılıyor olmaktan da bıktım ve utanıyorum. Günlerdir okuduğum "polisin inanılmaz vahşi saldırıları" teranelerinin (ki yok böyle bir şey; polis kullanabileceği şiddetin belki en fazla yüzde 10-15'ini kullanıyor) yanı sıra, eylemcilerin şiddetinden zerrece bahsedilmemesinden bıktım ve utanıyorum. Sürekli kriz ve sürekli çatışma mantığıyla her türlü şiddeti davet edenlerin, sonra da "anne polis beni dövdü" havasıyla himaye aramasından (ve bazılarının da solculuk gereği veya iktidar düşmanlığı gereği onlara bu himayeyi sunmasından) da bıktım ve utanıyorum.

TÜRKİYE'DE MUHALEFET VE SOL NAMUSLU OLMADIĞI SÜRECE..

Ben bu satırları yazarken Başbakan Erdoğan da Kazlıçeşme'de hep aynı kibir ve nobranlığıyla konuşmuş; üstelik MHP'yi (veya tabanını) da yanına almış;

bir çeşit fiilî Milliyetçi Cephe oluşturmuş. Yapar, yapmıştır. Tek el şaklamaz. Kim itti onu o noktaya? Krizi Erdoğan başlattı; ikinci hafta boyunca sürdüren ve hele 15 Haziran Pazar sabahından itibaren bu kutuplaşmayı özellikle davet eden de, ister "sol" deyin, ister Taksim Dayanışması, ister protestocular-eylemciler, işte onlar oldu. Hükümet demokrat olsun; peki. Ya muhalefet? Acı olan şu ki, Türkiye'de önce muhalefet (ve sol) demokrat olmayı ve dürüst olmayı ve namuslu olmayı öğrenmedikçe, iktidarı ve bütün toplumu demokratlaştıramaz. (kuyerel) 

KAYNAK:
ÖNCEKİ HABER

SONRAKİ HABER