ÖNE ÇIKANLAR :
GÜNDEMTÜMÜ
  • GÜNCELLEME: 16 Ekim 2013 Çarşamba 12:36

Bahadır Özdener: 27 Mayıs'ı İngilizler yaptı

Bahadır Özdener: 27 Mayısı İngilizler yaptı

Kurtarlar Vadisi ve Ben Onu Çok Sevdim dizisinin senaristi Bahadır Özdener çok çarpıcı açıklamalarda bulundu.


Bahadır Özdener, bugünlerde Adnan Menderes'in hayatı üzerinden Demokrat Parti dönemini anlatan 'Ben Onu Çok Sevdim' dizisi için de kalem sallıyor. Türkiye gazetesinden Fatih Vural'a konuşan Özdener 27 Mayıs'ın bir İngiliz operasyonu olduğunu söyledi.

“En son İngiltere kralı, 1930'larda İstanbul'a ziyarete geliyor. Ama matbuatta hiçbir iz bulamazsınız!”
Özdener: Bugünü anlamak için düne bakmalıyız. 27 Mayıs darbesi, İngiliz operasyonudur! 1930'larda Türkiye'ye gelen İngiliz kralına dair arşivde bilgi yok.

'MAZİ BUGÜNÜN AYNASI'

Adnan Menderes'i konu ettiğiniz “Ben Onu Çok Sevdim”, eski Türkiye'nin mi, yeni Türkiye'nin mi dizisi?

“Ben Onu Çok Sevdim”, bir anlama çabası. Dünden ziyade, bugünü anlamaya çalışıyoruz. Görüyoruz ki mazi, bugünün aynası. Bugün 'birey'in yaşadığı toplumsal krizlere baktığım zaman, hep aynı şeyi görüyorum.

'MAYINLI ARAZİDE YÜRÜMEK ZORDUR'

Nedir o?

İletişimsizlik! Önce kendi halinizi bilmiyorsunuz, sonra da muhatabınızın halini. Sonra korkunç bir çatışma, bir sinir hastalığı doğuyor. Günlük telaş ve gündem, etrafınıza bakmaktan sizi alıkoyuyor. Bunu, rahmetli Ömer Lütfi Mete Ağabey, “Mayınlı arazide yürümek.” diye tanımlıyordu. Mayınlı arazide yürüyorsanız, önünüze bakmak zorundasınız. Elinizde bir yol haritası olmalı. Ve daha önce oradan geçenlerin ayak izleriyle, mayınlı araziden kurtulabilirsiniz. O yüzden 1950'lere bakmak zorundayız.

O yılları anlatırken, bir anakronizm korkusu yaşıyor musunuz?

Bugünkü akılla, ya da nostaljiyle o döneme baktığınızda çok kolay kandırılırsınız. Belki de senarist yüzeyselliğiyle bakmak gerekiyor. Senarist, bilgi birikimi çok derin olmaması gereken; ama dinlemeyi, anlamayı ve aktarmayı bilen biri olmalı. O yüzden senaristlerin toplumsal meselelere, kendilerinden daha fazla ayıklanıp kafa yormaları gerekiyor.
Öyleyse senaristin zihinsel bir sağaltım yapması gerekiyor. Siz nasıl yapıyorsunuz bunu?
Ben kendimden kurtulduğum her anda bunu yapabilirim. Annemin yanında çocuk, küçüklerimin yanında ağabey olduğumda, onlar gibi olurum.

“Ben Onu Çok Sevdim”de hangi toplumsal role soyunarak yaptınız bunu?

Bir gün bile ayrılık yaşamamış aile bireylerinizin, kendi akrabalarıyla mazinin bir noktasını konuşamadıklarını görmek; dikkatinizi çekiyor. Çünkü bir taraf bir partiden, diğer taraf bir partiden… Birbirlerini kırmak istemiyorlar.

Birbirini kırmamak için susmak, şimdi de devam ediyor mu?

En azından benim bulunduğum sofralarda… Ben, birbirini tahkir ya da tahrik edecek masalarda bulunmamaya gayret ediyorum! Çünkü iki tarafı da haklı ya da haksız olarak değerlendirmiyorum!

SİYASET İNSANLARI İNCİTİYOR

O halde Gezi Olayları, sizin için iyi bir laboratuvar oldu…

Necati Bey (Şaşmaz), Ankara'ya Başbakan'la görüşmeye gideceğini duyurduğu andan itibaren, onu sevenler “Ne güzel.” dediler, sevmeyenler de küfretmeye başladılar. Bunun dışında üçüncü bir yol olsaydı, çok şaşırırdım! 1955'te insanlar aynı camide namaz kılarken, “Allah kabul etsin.” derken bile, siyaset üstünden birbirlerine diş biliyorlar. Birisi diğerine ima ediyor ki, “Senin partin aslında bu camiyi kapattırmıştı.” Diğeri de ima ediyor ki, “Sizi de göreceğiz!”. Ama hayatlarından siyaseti çıkardığımız zaman, birbirlerini hiç incitmiyorlar.

Toplumsal basınç yönüyle bugünle bir analoji yapılabilir yani?

Hiç sekmiyor ki! Devletle meselesi olan bir milletiz biz. Birçok devlet kurmamız da bunun göstergesi gibi geliyor bana. Düşünün, bir doktorun acilen hastasına bir teşhis koyması lazım, fakat röntgen simsiyah. Bizim maziye dair elimizde hiçbir veri yok.

Neden sizce?

Bana sorarsanız, Türkiye elinde veri tutulamayacak kadar değerli bir ülke. Devlet geleneğimizde, Fatih Sultan Mehmet'ten itibaren çok ciddi bir belgeleme refleksi oluşmuş. Böyle bir gelenekten geliyorsunuz ve bu çok tehlikeli bir şey! Bütün verileri görürsünüz.

Görebilirsiniz; ama okuyabilir misiniz?

Bu, elli yıllık mesele! Ben bir İngiliz olarak 1890'larda İstanbul'a gelsem, şehrin hiçbir şeyinin benim kafamdaki gibi olmadığını görürüm; ama arşiv geleneğini gördüğüm zaman da derim ki: “İşte emperyal devlet!” Sonra da kafa patlatırım: “Ben bunu nasıl yok ederim?” İkincisi, toplum travmalarla sürekli iz kaybettirirsiniz. 1960, Yassıada süreci… Her şey bu kadar kepazelikle yürütülmek zorunda mıydı?

Neye bağlıyorsunuz, 27 Mayıs'ı?

27 Mayıs, bana sorarsanız yüzde yüz İngiliz organizasyonudur. En son İngiltere kralı, 1930'larda İstanbul'a ziyarete geliyor. Ama matbuatta hiçbir iz bulamazsınız. “Katil kim?”i ararken ortada olmayanlar, benim çok dikkatimi çekiyor! Sen neredesin? İngiltere-Yunanistan ilişkilerine bakınca, 6-7 Eylül Olayları'nı anlayabiliyorum. O zaman diyorum ki, bu bir İngiliz oyunu mu, Amerikan oyunu mu, ortak yapım mı? “Hadi Yunanistan senin olsun şimdilik, Türkiye benim olsun şimdilik! Sonra değiştirebiliriz.” 1945'te Soğuk Savaş resmen başladı. 1950'lerde Mısır'da, Irak'ta, Suriye'de, İran'da iktidar değişiyor.

ÖNÜMÜZDE VİRAJLI BİR YOL VAR

Sıra kimde?

Türkiye, sadece Türkiye'ye bırakılmayacak kadar değerli geçmemiz gereken dar bir köprü ve önümüzde viralı bir yol var. Engellere rağmen Türkiye'yi çok iyi görüyorum. Şu anda da çok benzer bir resim var. Hatta Gezi Olayları'nın da, bu dizayn etme sürecinin Türkiye ayağı olduğu tartışılıyor.

Mayıs ayı başında, burada yatırım yapan insanlar, Türkiye'yi analiz ettirmişler. Bana da “Kurtlar Vadisi'nin senaristi olarak Türkiye'yi nasıl görüyorsun?” diye sordular. “Çok iyi görüyorum.” dedim, “Lakin bizim geçmemiz gereken dar bir köprü var. 2013, 2014, 2015 yılları virajlı bir yol. Önümüzdeki dümdüz, upuzun yolun bittiği yerde ya dağ, ya viraj başlar.”

Nasıl vardınız bu fikre?

10 yıllık bir iktidar var, yaklaşan seçimler var… Emperyalistler gözüyle Türkiye, Türkiye'ye bırakılmayacak kadar değerli bir yer! 2002'de Polat Alemdar'ın aşkının remzi olarak Kız Kulesi'ni kullandığı İstanbul'un ileride cazibe merkezi olacağını biri bize söyleseydi, inanmazdık! Ama bugün bakın şehre yerleşen yabancı sayısına, turizm rakamlarına ve gelecek projeksiyonuna, İstanbul bu bölgenin merkezi. Emperyalistler gözüyle İstanbul da, Türkiye'ye bırakılamayacak kadar değerli! Yıllardır analistler, Türkiye'nin yanlış yığılma yaptığını, İstanbul'da biriktiğini söylüyorlar. Doğru; ama biz Almanya değiliz ki, nüfusumuzu ya da yatırımlarımızı eşit olarak bölelim.

ANADOLU'YA AÇTI BUGÜNKÜ İSTANBUL MENDERES'İN ESERİ 

Bu yığılmanın kökleri, Demokrat Parti'nin göç politikalarıyla başlamıyor mu?

Menderes, 1950'de iş başına geldiğini düşündüğünde, yeniden devlet kuran geleneği, çekildiği kasabalardan, dağlardan, topraklardan ana merkeze çağırdı; “Hadi buyurun, bu ülkeyi inşa edeceğiz.” diye. O temel, bütün kırık döküklüğüne rağmen başarılı oldu. O yüzden, Özal ve Erdoğan ve bu akım üstünden devam etti. Yapılan yollar sayesinde Türkiye birbirini tanıma fırsatı buldu. Dünyanın kaç şehrinde 18 saatlik bir akış var? Bu, Menderes'in hiperaktivitesinin zamana yayılmış halidir. Menderes, 24 saatinin, hizmet ettiği 12-13 saatini çok seviyor. Ama diğer tarafı ruhuna uygun değil. Baskı ve özgürlüklerden yoksun bir dönemde Menderes de tek çareyi, çalışmakta bulmuş. Bir biçimde de başarmış. 

GEZİ'YE DIŞARIDAN BAKABİLDİM

Gezi'de de dışarıya bakıyor musunuz?

Tabii ki. Gezi Olayları'nın bir bölümünde yurtdışındaydım. İnsanlar nasıl bakıyorlar diye görme fırsatım oldu. Avrupa'daki sıradan insanın hiç umrunda değildi.

Kimlerin umrundaydı?

Sinir merkezlerinin! Patronajın!

AK Parti'nin nesinden rahatsızlar?

Onlar partiyle ilgilenmezler. Onlar, bizim prangalarımızdan kurtulmamızın sadece bu anlama gelmeyeceğini bilecek kadar bizi tanıyor; ama biz kendimizi tanımıyoruz. Bütün yapıyı bozacaksınız.

VADİ DE AK PARTİ'DE 11 YILDIR İKTİDARDA

Kurtlar Vadisi izleyicisi ve AK Parti seçmeni arasında bir paralellik kuruyor musunuz?

En benzeştiğimiz taraf, AK Parti'de Kurtlar Vadisi de 11 yıldır iktidarda. Sosyologlar, 90 dakikalarını ayırıp zahmet edip diziyi izlese de bunu araştırsa. Irak'ta Şii, Sünni ve Selefiler birbirlerinin camilerini bombalarken, Perşembe günleri Kurtlar Vadisi'nde buluşuyor. Bu incelenmeye değmiyor, öyle mi?

Özellikle de 2007'deki Ergenekon Davası süreciyle birlikte insanlar, Kurtlar Vadisi'nde izledikleri senaryoyu gerçek hayatta izler oldular. Bu reytinglerinize nasıl yansıdı?

NE DEDİYSEK ÇIKTI

Biz seyircimize ilk gününden vaat ettik ki, "Yaşanacak her şeyi, önceden seyredeceksiniz." Zaten 2003 Ocak'ından, 2005 Aralık'ına kadar seyircimiz buna aşinaydı. Mafya döneminin biteceğini söyledik, herhangi bir veriye dayanmadan. Bu yolun sonuna gelindiğini ve bu konseptin değişeceğini söyledik, değişti. Türkiye'nin içerisinde derin oyunlar oynanacağını söyledik, oynandı. Bunun kökleri olduğunu, Tapınakçılar ve Evangelistler olduğunu söyledik, birer ikişer ortaya çıkmaya başladılar. Ergenekon Davası'ndan çok daha önce biz zaten bunu anlatmaya başlamıştık. 

ONLAR YORULMUYOR BİZ DE YORULMAYIZ

Kurtlar Vadisi için bir son var mı kafanızda?

Gerçekten bilmiyorum. Ama insanlara duyduğumuz muhabbeti Allah bizden almadıkça, yorulmak yok. Son nefesime kadar bundan usanmamak için Allah'a yalvarıyorum. Çünkü bu emperyalistler kapitalistler, bu insanlık düşmanları hiç yorulmuyorlar. Bize de yorulmak düşmez.  

KAYNAK:
ÖNCEKİ HABER

SONRAKİ HABER