ÖNE ÇIKANLAR :
GÜNDEMTÜMÜ
  • GÜNCELLEME: 01 Eylül 2014 Pazartesi 11:33

Adli yıl açılışında "yargı bağımsızlığı" vurgusu

Adli yıl açılışında "yargı bağımsızlığı" vurgusu

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ve Hükümet'in Türkiye Barolar Birliği Başkanı Metin Feyzioğlu konuşturulduğu için protesto ettiği adli yıl açılış törenine yargı tam kadro katıldı.


Adli yıl açılış töreninde Yargıtay Başkanı Ali Alkan konutu. Konuşmasında yargı bağımsızlığına dikkat çeken Alkan, iktidarın yargıya müdahale girişimlerini sert sözlerle eleştiriyor. Alkan, "Yargıyı yıpratmak kimseye bir yarar sağlamaz. Adaletin güçlü olması, hâkimler için değil herkes için güvencedir. Bu husus hiç unutulmamalı, yargı mensupları polemiğe zorlanmamalıdır" dedi.

Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç ve Danıştay Başkanı Zerrin Güngör ile başta askeri ve sivil yüksek yargı mensupları törene büyük ilgi gösterdiler. HSYK üyeliğine bağımsız aday olan HSYK 1. Daire Başkaın İbrahim Okur da törene katılan isimler arasında dikkat çekti. Muhalefette yargıyı yalnız bırakmadı ve CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu ve Selahattin Demirtaş da törene geldi.

YARGITAY BAŞKANI'NA ERDOĞAN'DAN CEVAP!

Törende konuşma yapacak olan Metin Feyzioğlu'nu Yargıtay Başkanı Ali Alkan karşıladı. 

Törene Cumhurbaşkanı Erdoğan, Başbakan Davutoğlu ve Adalet Bakanı Bekir Bozdağ katılmıyor.

Törene davetli olmalarına rağmen AK Partili Anayasa Komisyonu Burhan Kuzu ile Adalet Komisyonu Başkanı Ahmet İyimaya da gelmedi.

Feyzioğlu, sabah saatlerinde Twitter hesabından yazdığı mesajda ''Günaydın. Bugün Adli Yıl açılış töreninde yargının ve avukatların sorunlarını ve bunların ülkede yaşayan herkese etkilerini konuşacağım'' ifadelerine yer verdi.

Adli Yıl açılışı töreninde  Yargıtay Başkanı Ali Alkan kuvvetler ayrılığı ilkesine ve yargı bağımsızlığına dikkat çekiyor.

Alkan'ın konuşmasının satır başları:

İnsanların bir toprak parçası üzerinde tesis ettikleri egemenliğin meşruiyeti ve modern anlamda devlet olarak kabulü hukuk ile mümkündür.

"HUKUK BAŞLI BAŞINA BIR AMAÇ DEĞIL, ADALET IÇIN BIR ARAÇTIR"


Anayasanın 2’nci maddesinde, Türkiye Cumhuriyetinin demokratik, laik ve sosyal bir devlet olması yanında “hukuk devleti” olduğu da açıkça belirtilmiştir.

Hukuk devleti, bireyi esas alan, faaliyetlerinde hukuk kurallarına bağlı, denetlenebilen, hak ve özgürlükleri güvence altına alan, vatandaşlarına hukuk güvenliğini sağlayan, yönetimde keyfiliği engelleyen ve kendisini hukukla sınırlayan devlettir. Hukuk devleti, hukuku olan devletten daha ileri bir anlam ifade etmektedir. Bu anlam, normları ve yüksek standartları sözleşmelerle kabul edilmiş uluslararası toplumun, ya seçkin ve örnek gösterilen ya da sorunlarını hâlâ aşamamış bir üyesi olma konusundaki bir tercihi içermektedir.

Hukuk başlı başına bir amaç değil, adalet için bir araçtır. Soyut bir kavram olan adalet, hukuk sistemi içerisinde yer alan ve hukuka meşruiyetini veren temel ilkeler üzerinde somutlaşır. Bu temel ilkeler hukukun genel prensipleri ve insan haklarıdır. Bu ilkeler, hukuku asırdan asra, toplumdan topluma değişen, sübjektif ve göreceli bir kavram olmaktan çıkararak ona evrensel bir adalet anlayışı üzerinde objektif varlığını kazandırır.
Hukuk, nihayetinde birey, toplum ve devlet arasındaki ilişkileri düzenleyen bir mekanizma sunar. Bu düzen öncelikle kuvvetler ayrılığı ile sonra uluslararası güvencelere bağlanmış insan haklarını koruma mekanizmaları ile sağlanır. Birincisi devlete, devlet içinde bir sınırlama oluştururken, ikincisi devlete yine devletin rızası ile dışarıdan bir sınır çizer. Günümüzün modern devletleri için her iki tür sınırlama da devletin hukuk içerisinde kalmasının en büyük güvencesidir.

Hukuk devletinde bir davranışın karşılığı, kamu görevlilerinin keyfi tutumlarına veya konjonktüre göre değil önceden belirlenmiş açık, anlaşılır ve herkese eşit uygulanan kurallar çerçevesinde görülür. Hukuki güvenlik ilkesi bu koşullar altında sağlanır.
Sayın Konuklar,

Hukuk devleti ilkesinin gerçekleştirilmesi, insan haklarının güvence altına alınması ve özgürlüklerin Demokrasinin vazgeçilmez ilkelerinden birisi de kuvvetler ayrılığıdır.

Anayasamızca da benimsenmiş olan kuvvetler ayrılığı ilkesi, egemenlik yetkisinin devlet erkleri arasında hiyerarşik olarak değil işbölümü ve işbirliği içerisinde kullanılması olarak tanımlanmıştır. Bu ilke devlette farklı erklerin bulunduğu, özgürlüklerin güvence altına alınabilmesi için de bu erklerin birbirinden ayrı ve müstakil organlara verilmesi gerektiği düşüncesine dayanmaktadır. Yasama, yürütme ve yargı erkleri önceleri tek bir otorite tarafından kullanılırken; demokrasi düşüncesinin gelişmesiyle erklerin birbirinden bağımsız çalışması olgusu gerçekleşmiştir. Bu ilkenin temel amacı, egemenliğin bir kimsede, bir zümrede, bir erkte toplanmasına izin verilmemesidir.

YARGININ EGEMENLİK YETKİSİ

Anayasa’ya göre “Egemenlik, kayıtsız şartsız Milletindir”. Egemenliği Türk milleti adına doğrudan kullanma yetkisi yalnız yasamaya hasredilmiş olmayıp yargı da bu yetkiyi bağımsız mahkemeler aracılığıyla Denetim, ileri demokrasinin teminatıdır. Yargının bağımsızlığını ortadan kaldırmak veya yürütmeye bağlı bir yargı oluşturmak, yargı denetiminden kaynaklanan meşruiyeti hafife almak olacaktır. Hâlbuki yürütmenin üstlendiği yetkinin kullanılma koşullarından ve meşruiyet kaynaklarından biri de, millet adına karar veren bağımsız yargı denetimidir. Demokrasinin vazgeçilmez unsuru olan seçimler de yargıç güvencesinde yapılmaktadır. Yargının en küçük ilçedeki biriminden yüksek mahkemelerine kadar kullandığı yetki, egemenlik yetkisidir. Yargı bu yetkiyi Anayasa gereğince milletten alır ve başka bir erkin onayına ihtiyaç duymadan millet adına kullanır.

Anayasa, yürütme organının sorumluluğu ile yargı ve yasama organlarının sorumluluklarını birbirinden ayırmıştır. Bütün ileri demokrasilerde olduğu gibi ülkemiz anayasasında da yasama organı ile yargı organı doğrudan icra organları olmadığından vicdani rahatlık içerisinde çalışabilmeleri için birtakım hak ve yetkilerle donatılmışlardır. Yasamanın sahip olduğu ve yasama dokunulmazlığı olarak ifadesini bulan bu hak, yasama üyelerinin görevlerini yaparken hiçbir baskı altında olmadan hareket etmelerini amaçlamaktadır. Yargı erkinin sahip olduğu hak ise yargı bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı olarak ifade edilmiştir.

Kuvvetler ayrılığının tabii sonucu olarak yargı erkinin diğer erkler üzerinde denge ve denetleme görevini yerine getirebilmesi için bağımsız olması gerekmektedir. Yargı bağımsızlığı, hâkimlerin yasama ve yürütme dâhil hiçbir makam, merci veya kişiden emir ve talimat almadan ve hiçbir baskı hissetmeden Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdani kanaatlerine göre karar verebilmelerini ifade eder.

Yargı bağımsızlığına müdahale niteliği taşıyan konularda, yargının susmasını ve sadece kararları ile konuşmasını beklemek, ancak; demokrasiye, kuvvetler ayrılığına ve hukukun üstünlüğüne gerçek anlamda bağlılığın yaşandığı ortamlarda haklılık kazanabilir. Evet, yargı sadece kararlarıyla konuşmalıdır. Çünkü yargının millet adına karar verme fonksiyonu, gündelik tartışmaların uzağında, sakin ve korunmuş bir ortamda çalışmasını gerektirmektedir. Zira o, yasama ve yürütmeyi denetleyen bir erk olarak mehabetini korumak durumundadır. Yargının sükûnet ihtiyacına gerekli özen gösterilmiyorsa veya bu ihtiyaç umursanmıyorsa, sessizliği korumak nasıl mümkün olacaktır? Mehabet dediğimiz olgu, biraz da muhataplardan beklenmesi gereken bir özene işaret etmez mi?

Bir yasa önerisinin yüksek yargının yere indirileceği şeklinde sunulması, birkaç sene önce verilmiş bir Yargıtay kararının güncel bağlamda yakışıksız bir biçimde anılması, yargısal kararlarla kabul edilmiş olguların mevcut olmadığının ilan edilmesi, yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığına gölge düşürecek yakıştırmaların alenen yapılıp soruşturmacıya hukuka uygun tek bir delil sunulmaması, yüksek yargı için öngörülen yapısal değişikliklerin kurumsal görüşler alınmadan gerçekleştirilmesi, yüksek yargıdaki muhtemel seçim süreçleri ve yüksek yargıçların seçime ilişkin özgür tercihleri önemsenmeden takvim öngören yasalar yapılması, Yargıtay’daki unvan ve görevler için yıllar içinde yerleşmiş ve kabul gören sürelerin müktesepler dikkate alınmadan ve hiçbir ihtiyaca dayanmadan değiştirilmesi, idari nitelikli takdire bağlı tasarruflara bile müdahale edilmesi gibi hususlar, yargıyı konuşmaya zorlayan uygulamalar değil midir?

Hiç endişe edilmesin, genel olarak ülkemizdeki yaklaşımın, özel olarak da içinden geçtiğimiz ortamın bir yargıçlar devletine yol açma ihtimali; yargının, yargısal denetimin, hâkim ve savcıların etkisizleştirildiği bir Türkiye ihtimali yanında, pek zayıftır.
Yargının bağımsızlığı en başta yargı kurumlarının organizasyonlarında ve işleyişinde kendini gösterir. Yargının teşkilat yapısı ile yargısal alan; beklentilerle, ani gelişen olaylar üzerine, makul, meşru ve haklı gerekçe içermeden, tek taraflı olarak düzenlenebilecek bir alan  olmamalıdır. Özellikle anayasayla yargıya tanınan demokratik seçim hakkının kullanılması sonucunda oluşacak temsile, yeni bir yasa değişikliği ile müdahale düşüncesi kabul edilemez.

Halkın, yargının hiçbir etki altında kalmadan, özenle, bağımsız ve tarafsız bir şekilde hareket ettiğine olan inancı  sarsılmamalıdır. Bu inancın sarsılması, halkın başvurabileceği son merci olan yargıdan hakkını alamayacağı düşüncesiyle hukuk dışı bir takım girişimlere başvurmasına, dolayısıyla kamu düzeninin bozulmasına sebep olacaktır. Bugün yargıya güvenin zedelendiğini, azaldığını söyleyenlerin, bunun nedenleri arasında yargı bağımsızlığının önemli ölçüde azalmış olduğunu görmeleri gerekmektedir.

Tüm devlet düzeni ile birlikte yargıda da devamlılık ve tutarlılık esastır. Adalet nihai olarak kesinleşmiş yargı kararlarında, kesin hükümlerde somutlaşır. Adaletin gücü ve etkisi kesin hükmün otoritesiyle ilişkilidir. Hükümler, aleniyet içerisinde, milletin huzurunda verilir. Neticeye etki edebilecek bir söze ve bu sözü söyleyebilecek bir konuma sahip olup da, bunu hükümden sonraya bırakmak; hükme, hükmün konusuna ve ilgilendirdiği kimselere haksızlık olacaktır.

YARGIYI YIPRATMAK KİMSEYE BİR YARAR SAĞLAMAZ

Yargıtay’ın münferit bir kararı ele alınarak kararın değil, kararı veren kişilerin, dairelerin ve kurulların yıkıcı bir üslupla eleştirilmesini, eleştirilerin yıpratma kampanyası haline dönüştürülmesini, eleştirirken de herkesin kendi siyasi düşüncesini ölçü almasını doğru bulmuyoruz. 

Yargıyı yıpratmak kimseye bir yarar sağlamaz. Adaletin güçlü olması, hâkimler için değil herkes için güvencedir. Bu husus hiç unutulmamalı, yargı mensupları polemiğe zorlanmamalıdır.


Hâkimlerin görevlerini adalete uygun biçimde özgürce yapabilmeleri için, yargı bağımsızlığı yanında hâkimlik teminatının da tam olarak sağlanması gerekir. Mahkemelerin bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı; hâkimleri her türlü baskı, tehdit, tavsiye ve yönlendirmeye karşı koruma sağlayan güvencelerdir.

Hâkim bağımsızlığı ve teminatı özel önemi nedeniyle Anayasa’da kapsamlı bir şekilde düzenlendiği gibi, uluslararası sözleşmelerde de yer almıştır. Hâkim bağımsızlığı ve teminatı, yargılama işlevini yerine getiren hâkimler için bir ayrıcalık olmayıp, yargılananlar için adil yargılanma hakkının güvencesidir. Bağımsız ve teminatlı olmayan bir mahkemenin adalet dağıtması, hak ve özgürlükleri koruması mümkün değildir. Adalet dağıtanların elindeki bu güvencelerin alınması, hâkimi değil, yargı eliyle hakkına kavuşacak insanları mağdur eder.Yargı bağımsızlığını teminat altına almak için hâkimlere tanınan anayasal güvencenin, yürütmeden bağımsız bir otorite tarafından hayata geçirilmesi gerekmektedir. Bu durum, hâkimlerin karar alma süreçlerindeki bağımsızlıklarını, görev süreleri ile coğrafi teminatlarının güvenceye alınmasını ve ekonomik anlamda kendilerini bağımsız hissetmelerini sağlamayı içerir.

Hukuk devletinin temel gereklerinden birisi de yargının tarafsızlığıdır. Tarafsızlık, hâkimin baskı altında kalmadan, etkilere kapalı, objektif olarak yargılama yapması, hukuka ve vicdanına göre karar vermesidir. Bu anlamda tarafsızlık herkes için bir güvencedir. Hâkim, önüne gelen davada görüş ve inançlarından sıyrılarak günlük siyasetin ve tartışmaların etkisinden uzak kalarak karar vermelidir.

HAKİMLER, BU TOPLUMUN İÇİNDE YAŞIYOR

Hâkimler de bu toplumun içinde yaşamaktadırlar. Bu nedenle farklı görüş ve tercihlerinin olması doğaldır. Ancak, hâkimler bu bireysel düşüncelerinin etkisiyle karar veremez ve siyasal düşüncelerini kararlarına yansıtamazlar. Hâkimler, tarafsız oldukları kadar özel ve mesleki yaşamlarındaki davranış ve söylemleri ile de tarafsız görünmek zorundadırlar. Hâkimlerin siyasallaşması, siyasallaştırılmak istenmesi veya siyasete konu yapılması, görevlerine yansıtmadıkları bireysel görüşlerinden dolayı ayrımcılığa tabi tutulması hukuk devletinde kabul edilemez. Hâkim ve savcılar, menfaat ve baskı gruplarından herhangi bir beklentiyle de karar veremezler.
Yargının tarafsızlığının sağlanması öncelikle yargı görevini yerine getirenlerin sorumluluğundadır. Bununla birlikte yasama ve yürütme erklerinin temsilcileri de hakimlerin tarafsızlığı konusunda şüphe uyandırabilecek her türlü beyanattan kaçınmalıdırlar. Tarafsızlığın zedelendiği bir ortamda verilen kararlara güvenilemeyeceği için adalet duygusu tatmin olmayacaktır.

Demokrasi, sadece bir kişi bile olsa her düşüncenin kendisini ifade imkânına ortam sağlanan bir rejimdir. Unutulmamalıdır ki her önemli ve büyük düşünce ortaya çıktığı çağın azınlık düşüncesidir. Hiçbir düşünce topyekûn olarak doğmamış ve hemen kabul görmemiştir. Otoriter yönetimlerin en fazla karşısında durdukları özgürlük, ifade özgürlüğü olmuştur. Bazılarına göre ifade özgürlüğü, hoşlarına gidecek sözlerin söylenmesinden ibaret olsa da bu özgürlük, sadece hoşa giden ifadeler için değil; en fazla da yadırganan ifadeler yönünden bir güvencenin sağlanmasıdır. İfade özgürlüğünün bulunmadığı bir yerde demokratik süreçlerin işlemesi imkânsızdır.

İfade özgürlüğü de sınırsız bir hak değildir. Bu sınırlar siyasi iktidarların ifade özgürlüğü karşısındaki tutumlarına göre değil; uluslararası bir mutabakatın meşru saydığı gerekçelere bağlı olarak tayin edilir. Türkiye'nin tarafı olduğu uluslararası insan hakları sözleşmeleri, ifade özgürlüğü hakkının sınırlarını şimdiye kadar oluşturmuş olduğu bir içtihadi hukuk zenginliği ile belirlemiştir. Ne var ki uluslararası hukukun kriterleri gözetildiğinde ülkemizin arzulanan bir yerde olmadığı açıktır.

Siyasi iktidarlar, ulusal güvenlik, kamu düzeni gibi gerekçelerle bu hakkın kullanılmasını engelleme eğilimindedirler. Hâlbuki ifade özgürlüğü demokratik bir sistemde iktidarı denetlemenin en önemli araçlarından birisidir. Bu yönüyle özgür basının da varlığı başta olmak üzere aykırı düşüncelerin ifade edilmesi sağlıklı bir işleyiş için de sigorta niteliğindedir. Dolayısıyla, ifade özgürlüğünün en geniş tanındığı alan, devlete, kurumlarına ve politikalarına karşı yöneltilen eleştirilerdir. Bundan sonra da, siyasilerin ve kamusal kişiliklerin kamusal tartışma platformunu ilgilendiren tüm düşünce ve yaşam alanları gelmektedir.

“ADALET, DEVLET DÜZENİNİN TEMELİDİR”

“Adalet, devlet düzeninin temelidir” deyişinin ışığında hukuk düzenimize ilişkin yaşanılan diğer bir kısım sorunlara da değinmek istiyorum. Son dönemde yaygın olarak yapılan haber ve yorumlarda adalete olan güvenin ve inancın azaldığından bahsedilmekte ve bunu yansıtan istatistiki bilgiler yayımlanmaktadır. Ancak bu güven eksikliğinin nedenleri üzerinde hiç durulmamakta, güvensizliği dile getiren kesimlerin bu konuda ne gibi olumsuz etkilerinin olduğu değerlendirilmemektedir. Mahkemeler ve kararları kanunla teminat altında olduğu halde kamuoyunda açık ve aleni bir şekilde sert ve yıkıcı bir üslupla eleştirilebilmektedir. Bu durum; mahkemelerin sanki kanuna ve delillere göre değil de konjonktüre göre kararlar veriyormuş algısı ve inancını oluşturmaktadır. Hukuki güvenlik ilkesinin hayata geçirilmesi ve korunması, hukukun üstünlüğüne bağlı kalacağına ve Anayasaya sadakatten ayrılmayacağına ant içmiş yasama ve yürütme mensupları ile “Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdani kanaatine göre hüküm verecek olan” yargı mensuplarının ödevidir.

Yargının, seçilmiş organları denetlemesinin vesayet olarak algılanması da doğru değildir. Vesayet, kendi görevini tam ve layıkıyla yerine getiremeyeceği düşünülen kişi veya kurumlara bir temsilci atanmasıdır. Hukuk devletinin olmazsa olmaz şartı yargısal denetim; yargısal denetimin olmazsa olmazı ise, verilen yargı kararının gereklerinin yerine getirilmesidir. Başka bir deyişle, yargısal denetim sürecinde ve sonucunda verilen yargı kararları uygulanmadıkça, gerçek anlamda bir hukuk devletinden bahsetmek mümkün değildir.

YARGI KARARLARININ UYGULANMASI ZORUNLUDUR

Yargı kararları, hak arama özgürlüğünün somut yansımasıdır. Hak arama özgürlüğü, yargı kararları ile korunan bir hakkın sahibine kazandırılması ile gerçekleşir. Yargı kararları, hukuka aykırılığın saptandığı birer belge olmaktan ibaret olmayıp uygulanmak için vardır ve uygulanması zorunludur. Ülkemiz, Türkiye Büyük Millet Meclisi aritmetiği, temsil oranı ve sosyal mutabakat bakımından yıllar sonra yakalamış olduğu yeni bir Anayasa yapma fırsatını maalesef yine kaçırmıştır. Bir yandan, Anayasayı pek çok olumsuzluğun kaynağı olarak göstermek, diğer yandan yeni bir Anayasa yapma konusunda yeterince istekli olmamak tutarlı görünmemekte, olumsuzluklardan kurtulmak yerine onlardan yararlanma tercihini akla getirmektedir. Demokratik Anayasa kavramının ruhuna uygun, hak ve özgürlükleri esas alan, kuvvetler ayrılığı vurgusu güçlü, yargı bağımsızlığı ve yargı denetimi güçlendirilmiş, azınlık haklarını koruyan, çoğulcu bir mutabakatla oluşacak yeni Anayasaya, toplumsal barış ve huzurumuz, dirlik ve düzenimiz, demokrasimiz açısından her zamankinden daha çok ihtiyacımız vardır. Böyle bir Anayasa yeni bir toplumsal sinerjinin dinamiği olacaktır.

 

KAYNAK:
ÖNCEKİ HABER

SONRAKİ HABER