ÖNE ÇIKANLAR :

YAZARLAR

14 Eylül 2013 Cumartesi 17:27
  • A
  • A

İnsanlar tek başına yaşayamazlar zira insan sosyal bir varlıktır. Özü olarak medenidir, iş bölümü yapmak, yardımlaşmak, güvenlik ihtiyacı ve daha rahat yaşayabilmek için bir örgüte ihtiyacı vardır. İşte bu örgüt devlettir. Kısaca devletler insan ihtiyaçları için vardır. Bu sebeple Şeyh Edebali; “insanı yaşat ki, devlet yaşasın” tavsiyesinde bulunmuştur.

Devlet; bir ülkede insan ihtiyaçları için sosyal sözleşmeye dayanan siyasi ve hukuki en üst iktidardır. Sosyal sözleşme zaruridir aksi takdirde insanlar leh ve aleyhlerindeki durumları bilemezler. Önceden belirlenmiş hukuki sözleşmesi olmayan bir devlet ile mafya arasında bir fark yoktur. Kaldı ki insanlar örgütlenmeyi ahenk için isterler çatışmalar daha da derinleşsin diye değil. Dolaysıyla bir devlet için en önemli unsur yazılı veya yazısız bir hukuka sahip olmasıdır.

Müslümanlar günlük hayatlarında Allah’a bağlı oldukları gibi sosyal hayatlarında da Allah’a bağlıdırlar. Hanefi Mezhebi alimlerinden İbn-i Hümam (rh.a); “Mü’minlerin kendi içlerinden bir imam (devlet başkanı) seçmelerinin sebebi; İslam Dini’nin emirlerini hakkı ile eda etmektir” tespitinde bulunmuştur. Bu tespit şu ayete dayanmaktadır: “Onlar ki, eğer kendilerine bir iktidar verirsek namazı kılarlar, zekâtı verirler, iyiliği emredip kötülükleri yasaklarlar. Bütün işlerin sonu Allah’a aittir.” (Hacc Suresi: 41)

İyilikleri ve kötülükleri tespit etme yetkisi Allah’a aittir. Dolaysıyla İslam Toplumunda gerek idare edenler gerekse idare edilenler bilirler ki; hâkimiyet kayıtsız ve şartsız Allah’a aittir. İktidar da bulunmak hakkın hükümlerini değiştirmeyi gerektirmeyeceği gibi idare edilen sınıftan olmak da hakka karşı ayaklanmayı gerektirmez. Mü’minleri bağlayıcı sosyal sözleşme hükmünde olan İslam Fıkhı, taraflardan birinin (idare eden veya edilen) değil, Kitap, Sünnet, İcma, Kıyas ve diğer şer’i delillere dayanan bir mahiyete sahiptir.

Bir toplumda toplumu derinden sarsan anomi ve anarşi istemiyorsanız öncelikle bir takım sabit kurallarınız olması zaruridir. İşte bu kurallar hakka ve adalete dayanabileceği gibi batıla ve zulme de dayanabilir. Müşrikler, toplumdaki değişmez yasaların atalar adına uydurulmuş din olması gerektiğini iddia ederler. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de müşriklerin bu psikolojisi şöyle haber verilmiştir:

“İçlerinden kendilerine uyarıcı bir peygamber geldiğine şaştılar da kâfirler: “Bu bir sihirbazdır, yalancıdır” dediler. “İlahları, bir tek ilah mı kılmış? Bu gerçekten şaşılacak bir şey, çok tuhaf!” İçlerinden ileri gelenler fırladılar ve dediler ki: “İlahlarınız üzerinde sabır ve sebat edin. Bu, gerçekten arzu edilen bir murad!.” Biz bunu başka bir dinde işitmedik, bu mutlaka bir uydurmadır.” (Sad Suresi: 4-7)

Atalar adına uydurulan ideolojiler, bir insanın veya insan gruplarının heva ve hevesinden başka bir şey değildir. Bu ise diğer insanları başka bir insana kulluğa zorlama anlamına gelmektedir. Meselenin bu yönünü gören Anarşist Filozoflar ve bazı Marksistler devleti bütün kötülüklerin kaynağı olarak görmüşlerdir. Anarşist Flores Magon’a göre devlet, sermaye ve kilise yaşanan siyasi ve sosyal zulümlerin kaynağıdır. Anarşizm’de gücü yetenin yetene egemen olmasını savunan bir ideolojidir

Teoride devlet; J.J. Rousseau’nun “Toplum Sözleşmesi” isimli eserinde kaydettiği gibi; “Devlet, hayatı üyelerinin birliğine dayanan tüzel bir kişiliktir.” Fakat burada önemli olan idare edenlerin hâkimiyet hakkını kullanırken meşruiyetini nereden aldığı hususudur. Rousseau, hâkimiyet hakkını milletvekillerine veren ideolojik demokrasinin ilahlar rejimi olduğunu söylemiştir.

Devletin temel olarak teşri, icra ve yargı fonksiyonu vardır. Türkiye’de kanun koyma hakkı TBMM’ye, icra yetkisi Cumhurbaşkanı, Hükümet ve memurlara yargı ise mahkemelere has kılınmıştır. İslam Dini’nin hükümlerinin devlete karışması laiklik ve çağdaşlık adına reddedilmiş kanunen suç olarak nitelenmiştir. TBMM kanunları çıkarırken nazari olarak akla, çevre şartlarına ve bilime dayanır. Çevre şartlarının değişimi ve sosyal hayatın gelişimi öne sürülerek gerek anayasa gerekse de kanunlar sık sık değişmektedir. Dolaysıyla zımnen kanunlar, mutlak hakikati temsil etmediklerini ifade etmektedir. Çağdaş Uygarlık; heva heveslerini ilah edinen kimselerin kurduğu bir uygarlıktır.

Heva ve heveslerin istikrarlı olması ve adaletle hükmetmesi mümkün değildir. Kur’an-ı Kerim heva ve hevesi adaletin tam karşısına yerleştirmiştir. Bir ayette şöyle buyrulmuştur: “Aralarında Allah'ın indirdiğiyle hükmet. Onların keyiflerine uyma. Allah'ın sana indirdiğinin bir kısmından seni saptırmalarından sakın. Eğer Allah'ın hükmünden yüz çevirirlerse, bil ki Allah, bir kısım günahları sebebiyle onları musibete uğratmak istiyor. Muhakkak ki insanların çoğu yoldan çıkanlardır.” (Maide Suresi: 49)

Sosyal hayat ihtilafları da beraberinde getirir. İnsanlar makine değildir. Her insanın tıyneti farklıdır. Dolaysıyla ihtilaf kaçınılmazdır. Önemli olan ihtilaf değil, ihtilafların çözülme tekniğidir. İhtilaflar adaletle çözülmezse ya ihtilaflar kanayan yaraya dönüşür ya da toplumun bir bölümü kangren olur. Kur’an-ı Kerim’de şöyle bildirilmektedir:

“Eğer mü’minlerden iki grup birbirleriyle vuruşurlarsa aralarını düzeltin. Şayet biri ötekine saldırırsa Allah’ın buyruğuna dönünceye kadar saldıran tarafla savaşın. Eğer dönerlerse aralarını adaletle düzeltin ve (her işte) adaletli davranın. Şüphesiz ki Allah, adil davrananları sever.” (Hucurat Suresi: 9) Adalet intikam duygularını siler. Zulmün olduğu yerde bitmez tükenmez ihtiraslar baş gösterir. Çok zamanda toplum azgınlara teslim olur. Zira adil olmayan düzenlerde hak değil güç esastır. Gücü gücüne yetene…

Allah’ın indirdiği hükümlerin hafife alındığı ve ahiret inancının hükmetmediği toplumlar zayıfın haksız kuvvetlinin haklı olduğu bir sistemi gündeme getirir. Maun Suresi’nde şöyle buyrulmaktadır: “Dini yalanlayanı gördün mü? İşte yetimi itip kakan odur! Yok-sulu doyurmaya önayak olmaz. Vay haline o namaz kılanların ki, Kıldıkları namazın değerine aldırış etmezler. Gösteriş yaparlar onlar Ve yardımlığı sakınırlar (zekâtı vermezler).”

Surede dinin egemen olmadığı bir vasat resmedilmektedir. Gerek kapitalist gerekse de komünist bütün toplumlar aynı hastalığın pençesine düşerler. Zira bu toplumlarda kanunları yine onlardan olan insanlar yaparlar. Kanun yapıcısının asla hakikati tespit edemeyeceği realitesini bir kereliğine devre dışı bırakalım. Ama kanun yapıcı, hem kendisinin hem de içinden geldiği toplumun menfaatlerini düşünerek kanun yapmaz mı? Aslında çok zaman da böyle olmaz. Siyasi mücadelenin içerisinde darbeler, devlet içinde birilerinin “tek adam” olmasına vesile olur. Ebedi Şefler; kanunun yegâne referansı haline gelirler. Türkiye’de teoride demokrasi vardır. Ama resmi ideolojinin olduğu yerde demokrasi olur mu?

Tarihte Firavun sadece kendisine kulluk edilmesini istemiştir. Hz. Musa (as) ise diğer tüm peygamberler gibi “insanları Allah’a kulluğa çağırmış ve tağutlar ve Firavunlara kulluk edilmemesini” tebliğ etmişlerdir. Peygamberlerin bu tebliği her toplumda şiddetli mücadeleye sebep olmuştur. Sümer Tanrıları (Anu, Enlil, Marduk), krallarıdır. Akkad Kralı Naram-Sin kendisini insanların ilahı ilan etmiştir. Zerdüştlükte “Ahura-Mazda” ilahtır ve insanlara rızık verir. İnka İmparatorları’nın resmi metinlerinin altında “Tanrının Oğlu” yazar. Bugünküler ise “tanrıdan referans” alma gereği bile duymuyorlar. Hatta “tanrıdan” uzaklaşmaları kendileri için referans sayılıyor. Ama herkes bilmeli ki, dünya da ahirette Allah’ındır. Hiç kimsenin Allah’a rağmen ben de varım deme hakkı yoktur. Böyle bir şey söylese bile bizim buna boyun eğme hakkımız yoktur. Zira biz Allah’ın kuluyuz onun bunun değil!..

YORUM YAZ
Henüz yorum yapılmamış.

Yorum yapmak için üye girişi yapmanız gerekmektedir. Yada Misafir Olarak Yorum Yapabilirsiniz.Üyeliğiniz varsa üye girişi yapabilirsiniz. Yeni üyelik için üyelik formunu kullanabilirsiniz.