ÖNE ÇIKANLAR :

YAZARLAR

Alçak insan ve alçak gönüllü doğa

Osman Atcı

17 Temmuz 2013 Çarşamba 12:00
  • A
  • A

Bazı insanlar hayalleriyle yaşar bazılarıümitleriyle…. Kimisi yaşamak için bir bahane bile bulamazken, kimisi yaşama amacına bir neden bile yakıştıramaz.
Hayatımız bir plan dahilinde işlerken yaşanan doğasal olaylar, günümüze gölge düşürebilir. Bir bahar günü olur şiddetli nisan yağmurlarıyla… Toprak kokusu içimize işleyerek adeta bizi yeniden yaratır. Biz hep bunun doyumsuz hazzını yaşarız. Hatta bu an hiç bitmesin isteriz. Oysa bu durumdan ölen o kadar toprak canlısına hiç acımayız. O gün bir yakınınızı kaybedebilirsiniz ya da dahaşiddetli fırtınalar gönlünüze taht kurabilir. Bunlar sadece bir şizofrenin günlüğünde yazmaz. İnsan yaşantısının her an mutluluk haberlerinin yanında, büyük acılara da gebe olduğu gerçeği asla göz ardı edilemez. Çünkü hayatımızdan bazıaksiyonların diskalifye edilmesi, zaten acılara açılan ilk çığırlardan değil miydi?
İnsanlar hep sınıflara ayrılmışlardır. Oysa ki temel iç frekansların oluşmasına öncülük eden sevgisel ve hüznü duygular hep aynı olaylar etrafında şekillenmiştir. Örneğin aşktan duyulan mutluluk ve acı bile bu noktada birleşmişlerse, bu vakitten sonra insanlara sadece cehalet kırıntıları düşer. Bu sezgi insanlar arasında en yüzeysel şekliyle sevgi noksanlığını ima eder. Çünkü sevmek hiçbir zaman bir konuda aynı fikirde olmak değildi, aksine birlikte yeni bir fikir bulmaktı. Her an geçerliliğini muhafaza eden bu ideolojinin mantık temellerine yatırılmasınıyine eşsiz doğa hukuku ıspatlar. Şöyle ki ; sevgiliden ayrılık, hep soğuk hazan mevsiminin ekim geceleri ile şafak vaktine tekabül eden zamanları kendi aralarında bağdaştırmıştı. Artık papatyaların seviyor_sevmiyor yaprakları bir bir solmuş, sanki insanlara küsmüşolan tabiatın vaziyetine temsilci olmuşlardı. Doğayla aranıza giren dargınlık, bir alametin ilk belirtisi olmuştu. Yalnız papatyalar değil, artık diğer çiçekler de yağmuru müjdeleyen muson rüzgarlarına bile gülemez olmuşlardı. Oysa ki bu rüzgarlar çiçekleri hep şımartmıştı. Ama çiçekler işte; dünyanın en güzelleri. Onlar insanlar gibi kin taşıyan kağnılar değiller. Sadece 5 ay süreniz olur. Ekimden marta kadar…Bu arada geçen zamanda yine değişir insan. Ve bir ilkbahar… şafak güneşinin pencerenizden yatağınıza yansıyan ışınları adeta size öpücükle uyandırmış hissi verir. Dışarıçıktığınızda, hain bir kara geceden kalan çiğ tanelerinin şafak güneşiyle erimeleri, sizi doğanın affından haberdar eder. İçinizde bir aşk duyarsınız. Körelmekte olan duygularınızı çakmak taşı misali törpüleyecek çiçekler, yine aşktan yana en güzel halini almışlar. Yine iyisiniz, affedildiniz, fakat hayat her haliyle çiçeklere güzel…

Hayatımıza çeşitli açılardan değerlendirmeler yapmak mümkün olabilir. Fakat duygusal noktalarımızı birbirleriyle sıkıca perçinleştiren aşktan yana yorumlar yapabilmek, insanların ortak noktalarını artırdığına kanıt olarak gösterilebilir. Bu durum aynı derde düşen kafes kuşları misali, insanlarıbarıştan ve özgür düşüncelerden yana şanslı kılacaktır. İşte bu gidişatın temel toplum kurallarını oluşturacağını ve insanların sorunlarına hep birlikte bir çare arayışı içine gireceklerinin de temelini teşkil etmektedir.

Yine geldik çiçeklere ; yağmur yağmadığında bütün çiçekler solmaya mahkum olurlar. Ancak sevinçlerini de hep birlikte kutlamışlardı. Bunu bülbülün güle talipliğinden ya da bahar yağmuru sonrası çiçek bayramından dönen kelebeklerin kanatlarındaki mutluluk vızıltılarından anlamamak mümkün değil.
Tabiatla insan yaşamı arasında bu şekilde -hatta daha detaylı- bir alakanın bulunması, aslında doğayı insan için her daim göz önünde bulunan bir rehber ya da yaşama kılavuzu haline gitirmişti.

YORUM YAZ
Henüz yorum yapılmamış.

Yorum yapmak için üye girişi yapmanız gerekmektedir. Yada Misafir Olarak Yorum Yapabilirsiniz.Üyeliğiniz varsa üye girişi yapabilirsiniz. Yeni üyelik için üyelik formunu kullanabilirsiniz.