ÖNE ÇIKANLAR :

YAZARLAR

Zaman ve Hükümet Kendi Mezarını Kazıyor

Mehmet Ali Altıntaşlı

13 Aralık 2013 Cuma 21:45
  • A
  • A

Zamanımızın bir adının da “hız çağı” olduğu söylenir. Zira bir anda birçok olay gerçekleşmekte ve haberleşme açısından dünya, küçük bir köye dönüşmüştür. Bütün dünyada köklü değişiklikler çok kısa sürede gerçekleşmektedir. Sosyal değişimler, depremlere bile vesile olabilmektedir.

Sosyal Hadiseler ile otoriteler arasındaki ilişkiler çok zaman müthiş kırılmalara vesile olmaktadır. Mısır, Suriye ve Ukrayna bunlara birer örnektir. Resul-i Ekrem (sav) bir hadis-i şeriflerinde “ahir zamanda” zamanın çok hızlı akacağını şöyle ifade etmektedir:

“Zaman yaklaşır. Öyle ki yıl bir ay gibi, ay bir Cuma/bir hafta gibi, hafta bir gün gibi, gün bir saat gibi, saat ise, bir anda yanıp kül olan hurma ağacının dalı gibi süratle gelip geçer. Ayrıca o zamanda bulunan insanların seviyesi -genellikle- birbirine yaklaşmış olur. Hayırlı işler yapmamakta, kötülük yapmakta insanlar aynı düzeyi paylaşmış olur.”

Hadis-i şerifte iki unsur ön plana çıkmaktadır. Zaman, çok hızlı geçecektir ve insanların seviyesi (düşüklük) açısından birbirine çok benzeyecektir. İnsanlar köklü değişikliklere vesile olacak cins kafalar çıkartamayacaklardır.

Otoriteler (devletlerin) en büyük problemi artık hızla gelişen ve kontrolü oldukça zor olan sosyal gelişmelere ayak uydurmakta zorlanmaktadırlar. Hatta devletler ayrı bir yere gitmekte sosyal hadiseler ayrı bir uçta gezmektedir. Türkiye Cumhuriyeti de aynı akıbetin içerisindedir. Yıllar önce Eski MİT Müsteşarı Emre Taner’in yaptığı şu tespitler önemlidir:

“Bulunduğumuz dönem gelecekte birçok ulus devletin, hızlı bir şekilde tarih maratonunu kaybetmeye başladığı süreci anlatacaktır. Bu devletler sadece gelişememekle veya dünya yönetiminde söz sahibi olanlar arasına dâhil olmamakla kalmayacak, aynı zamanda birçoğu günümüz teknolojik devriminin ve küresel ekonominin rekabetine dayanamayıp ulusal egemenliklerini büyük ölçüde yitireceklerdir.”

2001 Krizinden sonra problemlerini masaya yatıran Türkiye Cumhuriyeti, 2013 yılına kadar sosyal hadiseler ile kanun arasında uyum sağlamaya çalışmış ve birçok değişimlere imza atmaya çalışmıştır. İŞKUR, KOSGEB, Ordu, Emniyet vs. toplam kalite yönetimine göre çalışmaya başlamıştır. Ama devletin görmediği bir gerçek vardır. Devletin temel paradigmaları değişmemiştir. Başta Kürt Meselesi olmak üzere birçok mesele sosyal sistem kendi içindeki meseleyi hallettikten sonra devlet kanuni kılıfı geçirmiştir. Şimdi Suriye meselesi dolaysıyla ilk kez bu çapta İslam ile yüzleşecektir. Çünkü Suriyeli Müslümanların İslam’ı bir sisteme yamama gibi bir niyetleri yoktur. Türkiye, ne kanunları ne de yargı gibi kurumları belirli bir ilke çerçevesinde hareket etmektedir. Mahkemeler; zamanının, hükümetin ve cemaatlerin isteklerine göre çalışmaktadır. Şiddetli bir yağışta 2002 yılından beri yapılan bütün makyajlar akabilir. Makyaj diyorum, çünkü devlet ve sosyal hareketler arasındaki ilişkilerin mantığı değişmemiştir. Terörle Mücadele Kanunu vesilesiyle on binlerce insan, sadece düşündüğü için mahkemelik olmuştur. Türkiye’de dipten gelen dalga ile otorite arasındaki çatışma sandığımızdan daha şiddetlidir. Çünkü Terörle Mücadele Kanunu dolaysıyla mahkemelik olan insan sayısı olarak bütün dünyayı geçmiş durumdayız.

Gezi Olayları, sosyal değişimlerin son derece kontrolsüz bir şekilde gerçekleşebileceğini ve sahnenin başköşesine çapulcuların yerleşebileceğini göstermiştir. Bir hadis-i şeriflerinde Peygamberimiz (sav) Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:

“Zaman yaklaşır, ameller (ve ilim) noksanlaşır, insanlar hırsa bürünür, fitneler ortaya çıkar, öldürmeler çoğalır.” (Buhari, Müslim)

AK Parti Hükümeti devletin eski kurum ve anlayışlarıyla sosyal olayların önüne geçebileceğini zannediyorsa fena halde yanılıyor demektir. DGM’lerin adını değiştirip Özel Yetkili Mahkeme yapmak veya Terörle Mücadele Kanunlarıyla düşünmek yasak demek sonra “içerdekiler zaten terörist düşünen insanlar değil” demek demagojisi yeterli zannediyorsa fena halde yanılıyor demektir.

Gezi Hadiselerinde İsrail ve ABD’nin rolü inkâr edilemez. Hatta İran’da bu olaylara destek vermiştir. İçerideki faiz lobisi ve camia gibi örgütlerde görmezden gelinemez. Ama unuttuğu bir şey vardır. Hiçbir dış güç ve hain güçler içerideki fay hatları kırılgan değilse hiçbir şey yapamazlar. Hükümetler, sürekli darbe tehdidinden korkuyorlar ama dipten gelen sosyal dalgalar, darbeyi bile etkisiz hale getirir. Allah korusun asker, darbe yapsa bile Türkiye’ye zaten egemen olamaz. Mısır’da darbe yapanların egemen olamayacağı gibi… Suriye’de İran, Hizbullah ve Esed şeytani ordularının sosyal hareketi durduramaması gibi… Hükümet, şunu görmüyor, mevcut TMK ve Özel Yetkili Mahkemelerle ve paradigma değişimine direnmesiyle kendi mezarını kazmaktadır. Zaten bu yüzden Camia gibi örgütler, şiddetle hem Özel Yetkili Mahkemeleri savunmakta hem de Terörle Mücadele Kanunu’nun kalkmaması için elinden geleni yapmaktadır. İşin ilginç yanı belki hükümet farkında değil ama Hükümetin kendi mezarı için kazdığı çukur hemen hemen kendisinin gireceği büyüklüğe ulaşmış durumdadır.

Bütün bu anlattıklarımızdan içimizin kararmasına gerek yoktur. Çünkü Peygamberimiz (sav) şöyle buyurmuşlardır:

“Zaman yaklaştığında, mü’minin rüyası neredeyse hiç yanlış çıkmaz. En doğru sözlü olan kimsenin rüyası da en doğrudur. Rüya, nübüvvetin kırk parçasından bir parçadır.” (İbn-i Mace)

Rüyanın nübüvvete bağlanması oldukça ilginçtir. Nebilerin hepsi insanları tağutlara kulluktan Allah’a kulluğa çağırmışlardır. Mü’minin en büyük rüyası da tağutların yıkılması ve İslam’ın hayata egemen olmasıdır. Rüyalar çoğalmıştır. Hendek Savaşı gibi olan bu günlerde belki de yaşayacağımız son kıştır.

YORUM YAZ
Henüz yorum yapılmamış.

Yorum yapmak için üye girişi yapmanız gerekmektedir. Yada Misafir Olarak Yorum Yapabilirsiniz.Üyeliğiniz varsa üye girişi yapabilirsiniz. Yeni üyelik için üyelik formunu kullanabilirsiniz.