ÖNE ÇIKANLAR :

YAZARLAR

Birlik ve Beraberlik zamanı

Hasan HAFİF

08 Nisan 2013 Pazartesi 17:21
  • A
  • A

Milletleri yaşatan, ilerleten ve yükselten sihirli kuvvet, birlik ve beraberlikleridir. Birlik ve beraberlikten yoksun olan toplumların, dünya milletleri arasında istenilen yerini almasına imkan yoktur. Bir milletin birliği ve beraberliği çeşitli nedenlerle zayıflarsa veya bozulursa o ülkede ilerleme ve yükselme olmayacağı gibi, o milletin istikbalini koruması da zorlaşır, hatta imkansız hale gelir
Bir binanın temelleri ne kadar sağlam atılırsa, o bina o nispette sağlam ve dayanıklı olur. Toplumlar da bina gibidir. Fertler o binanın yapı taşları, birbirlerini bütünleyerek binayı oluşturan unsurlardır. Nasıl ki her bir taş binadaki yerinde bir değer taşıyorsa, birey de toplumda o toplumla bütünleştiği sürece bir değer ifade eder. Dağınık taş yığınları hiçbir zaman bina anlamına gelmez. Bu lüzumdan dolayı içinde yaşadığımız cemiyeti, toplumu iyi tanımalı; cemaat olmanın her dem taze ve berrak ruhuna hassasiyet gösterilmelidir. Muaşeret esasları kusursuz işletilmelidir. Cemaat olmak demek, karşılıklı davranışların ayrılıktan birliğe, bencillikten diğergâmlığa, düşmanlıktan kardeşliğe, nefretten sevgiye dönüşmesi demektir. Bu da elbette bir arada olmanın kıymet ölçülerinin benimsenmesiyle mümkündür. Tutum ve davranışların belirlenmesinde ilâhi ve nebevî ölçüler esastır. Nefsanî kuruntulara itibar edilmez. Yüce dinîmiz İslâm’ın kargaşayı, toplumda huzursuzluğu önlemeye yönelik mühim tedbirlerinden biri, insanları birlik ve beraberlik içinde olmaya teşvik etmesidir.
Allahu Âzimüşşan, ayrılığı, bozgunculuğu ve çekişmeyi de yasaklamıştır. Ayet-i celile de, “kendilerine apaçık deliller geldikten sonra parçalanıp ayrılığa düşenler gibi olmayın. Böyle davrananlar için büyük bir azap vardır.” (Âl-i İmran/105) buyuruluyor. Başka bir ayet-i kerimede Rabbimiz, müminlerin nasıl birlik halinde olmalarına işaret ederek şöyle buyuruyor: “Allah kendi yolunda, kenetlenmiş bir yapı gibi saf bağlayarak savaşanları sever.” (Sâf/4)
Hz. Peygamber (sav) bir çok hadis-i şeriflerinde, cemaat olmayı emretmiş, ayrılıktan, tefrikadan mü’minleri şiddetle men etmiştir:
“Cemaat halinde olmanız gerekir. Ayrılıktan sakının. Şüphesiz şeytan tek kalanla beraberdir. Kim iman selametiyle ölüp cennetin tam ortasında olmak istiyorsa cemaate yapışsın. Kim iyileri sevindiriyor, kötüleri üzüyorsa o kâmil bir mümindir.” (Tirmizî)
“Şüphesiz Allah Tealâ ümmetimi sapıklık ve fitne üzerinde bir araya getirmez. Allah’ın eli (rahmet desteği) cemaatle birliktedir. Kim cemaatten ayrılırsa ateşe gider.” (Tirmizî)
Dinimiz ancak cemaatle yaşanır. İnsanın kemalâtı cemaatle tamam olur. Cemaat ne denli zahmetli olsa bile, kişinin yalnızlıkta bulduğunu zannettiği bütün rahatlıklardan daha hayırlıdır. İslamın öngördüğü cemaatte Allah’ın emirleri karşısında herkes; kuvvetlisi, zayıfı, efendisi, kölesi, hakimi, mahkumu, amiri, memuru eşittir. Üstünlük sadece takva iledir. Hz. Peygamber (sav), “insanların en hayırlısı, insanlara en faydalı olanıdır” (Tabaranî) buyurmuştur. Bu Hadis-i Şerif’de işaret edilen faydalı olabilme, ancak insanlarla kaynaşmakla, yani cemaatle mümkündür.
Müslüman’ın Allah yolunda takva için birlik olmaları farz-ı ayndır. Mü’minin asıl yaratılış gayesi tevhid akidesi üzere ve cemaat disiplini içinde ilahi hükümleri hayatına tatbik etmektir. Cenab-ı Allah Kur’ân-ı Kerim’de şöyle buyuruyor: “Ey iman edenler! Allah’tan tam mânâsıyla korkun ve ancak Müslüman olarak can verin. Hep birlikte Allah’ın ipine (Kur’ân’a, ihlasa, taata, cemaate) sımsıkı sarılın, dağılıp parçalanmayın.” (Âl-i İmran/102-103) Görülüyor ki Rabbimiz, mü’minlere önce kendisinden tam mânâsıyla korkmayı emretmiş, sonra Müslüman olarak ölmelerini istemiş ve bunun yolunun hep birlikte Allah’ın ipine, yani Kur’ân ve Sünnet çizgisinde cemaate sarılmakta olduğunu bildirerek bu ipe tutunmayı farz kılmıştır.
Zamanımızda Müslümanların yakalandıkları hastalıkların başında, cemaat şuurundan mahrum olunması gelmektedir. Oysa nefsini güzel bir terbiyeye tabi tutmayan ve takva üzere kurulmuş bir cemaat disiplinine girmeyen kimse katiyyen olgun bir mü’min ve hakiki mücahit olamaz.
Mukaddes Kitabımız’ın ilk sûresinin daha ilk ayetlerinde bile birlikteliğe vurgu vardır. “Ancak sana ibadet eder ve ancak senden yardım dileriz.” mealindeki ayetlerde kulun Rabbine tek başına ve sadece kendisi için yakarışı değil, mümin kardeşleriyle birlikte ilticası vardır. Zira ayette “ben” değil, “biz” denilmektedir. Suredeki diğer ayetlerde de hep “biz” ifadesi vardır. Bizler, namazlarımızın her rekâtında diğer kardeşlerimizi Kur’ân diliyle yakarışlarımıza katan kişiler olarak nasıl birbirimizden uzaklaşır, aramıza duvarlar örebiliriz? Bizler aramızdaki kardeşlik hukukuna nasıl ihanet edebilir, birbirimizden kopabiliriz?

SONUÇ OLARAK
Allahu Teâlâ tektir, kullarından tek bir hedef etrafında tevhid (birlik, cemaat) istemektedir. Tevhid dinî İslâm aynı hedef ve halde olmayı gerektirmektedir. Kalp ve düşüncesi, dert ve hesapları hak yolda bir olmayan kimseler tevhidin tadını alamaz. Bir çizgide buluşamaz, aynı atmosferi paylaşamaz ve İslâm’ın güzelliğine ulaşamaz. Allah rızası için birlik ruhu taşımayan, bu ruh ile cemaat olmayan, cemaat disiplinini gereksiz veya ağır bulan Müslümanların bu dinî temsil etmeleri mümkün değildir. Dinîne cemaat ruhuyla ve birlik halinde sahip çıkmayanların, düşmanların oyununa gelip, bilmeden dinden çıkmaları muhtemeldir. Sırf kendi derdine düşmüş kimselerin en azından zillet içinde yaşamaları kesindir. İşte bunun için Allah yolunda cemaat olmanın hedefini, şeklini ve hukukunu bilip gereğini yerine getirmek farzı ayn olmaktadır.
Tüm Müslümanları seviyoruz.
Selâm ve duâ ile…

YORUM YAZ
Henüz yorum yapılmamış.

Yorum yapmak için üye girişi yapmanız gerekmektedir. Yada Misafir Olarak Yorum Yapabilirsiniz.Üyeliğiniz varsa üye girişi yapabilirsiniz. Yeni üyelik için üyelik formunu kullanabilirsiniz.