ÖNE ÇIKANLAR :

YAZARLAR

15 Mayıs 2013 Çarşamba 02:34
  • A
  • A

Bir bahar rüzgarı gibi..taş kesilen buzların üstüne,onları eritmeyi gaye edinmiş bir ılık rüzgar gibi.’Ne olursan ol,yine gel’ sözü buz kesilmiş kalplere üflenen bir sabah meltemi…

Hazreti Mevlânâ bu sözü söylerken,buz kesmiş kalplerin bedenlerine ve yüzlerine bakmamıştır,direk olarak onların gönüllerine söylemiştir.Tıpkı Mehmet Akif’in dediği gibi ‘Kimi yamyam,kimi Hindu, kimi bilmem ne bela..’ evet Akif böyle söylemişti çünkü yamyamda vardı,Hindu da,ne olduğu belli olmayan da.İşte Mevlânâ bu sözleri yıllar önce duymuşta öyle söylemiş sanki.Sanki bu cümleye bir cevap gibi.Ama Mevlânâ bilmiyordu ki bu gelenler çağrıya değil emelleri için gelmişti. Belki O, renk ve dil ayrımı yapmadan davet etmişti,İslam sancağının dalgalandığı topraklara.Ama amaç bu topraklara gelmek değildi ki!Amaç bu topraklarda yaşayan gönüllere,onların iklimlerine gelmekti.
Şimdi dünyama bakıyorum.Yine bir yerlerden bir yerlere gidenler var.Ama bu gidenlerinde amaçları farklı,fikirleri farklı,zikirleri farklı.Evet bu amaç doğrultusunda gidenler de var ama onlarda bizim içimizden bir avuç,olayı idrak edebilmiş fedaî.Onlar gelmiyor,gidiyor,kimi bilmem Afrika’nın duyulmamış yerine,kimi Avrupa’nın kalbine,kimi bilmem dünyanın neresine…ama amaç gitmek değildi ki gelmelerini sağlamaktı.Evet gelenler var demiştim.Biri gelir,bir yerin petrolüne,biri gelir birilerinin kutsal mekanına,kimileri de gelir birilerinin canını almaya..Şimdi bu işte bir terslik yok mu?Ne olursan ol gel sözü bu amacı mı güdüyordu?Gelenler emellerine,gidenler ebedlerine…büyük bir yanlışlık var ortada.

Eğer biz bu olayı idrak ettiysek,Mevlânâ’nın söylediği sözü anlayabildiysek neden gidiyoruz ve gelenler neden mala,mülke,cana geliyor?Hadi biz idrak ettik ve gittik,demek ki geç kaldık ki,olayı zamanında anlayamadık ki gidiyoruz ve biz geç kaldık ki gelenler farklı emellerle geliyor.O zaman bu sözün BÜYÜK DÜNYANIN BÜYÜK BARIŞINA katkısı nerde?

Evet Unesco, 2007 yılını Mevlana yılı seçti.Dünyanın dört bir yanından geldiler,ziyaret ettiler,365 günde 365 etkinlik düzenlendi.O yıl Şeb-i aruz törenlerini izleyenlerin sayısı 15 binden 70 bine çıktı.Baktığınız zaman bu rakam gerçekten inanılması güç bir rakam.Mevlana’yı anlama ve herkese duyurma amacıyla yapılmıştı bunların hepsi.Peki bu yılı kim seçti?Türkiye Cumhuriyetine bağlı bir cemiyet,bir kuruluş mu?Hayır, bilmem nerenin bilmem ne vakfı seçti.Şimdi soruyorum biz Mevlana’yı anladık mı,idrak edebildik mi?

Avrupa’ya baktığımız zaman gerçekten Mevlânâ’ya ilgi duyan,eserlerini alıp okuyan inceleyenler de var.Örneğin; 1818'de Avusturyalı ünlü diplomat Joseph Von Hammer yazdığı kitapta Mevlana'nın Mesnevi ve Divanı'ndan örnekler verdi.

Ünlü şair Goethe de ''Poems East and West'' isimli eserinde, Mevlana'dan bir kaç beyiti ile bahsetti. Frederick Hegel, sonradan geliştirdiği Dialectic of History adlı kitabında Mevlana'nın ne kadar çok etkisinde kaldığını yazdı. Mesnevi, 1881 yılında Sir William tarafından Redhouse'da geniş bir şekilde yayınlandı. 19. yüzyılın başında Cambridge ve Oxford üniversitesindeki oryantalistler Mevlana ile ilgilenmeye başladı. Bunlardan Edward Granville Brown, R.A. Nicholson ve A.J. Arberry, Mevlana'dan bazı tercümeler yaptılar.Baktığımız zaman Mevlânâ gerçekten de dünyaya duyurulmuştu.Peki idrak edebilen var mıydı?Bu sorunun cevabı da şöyle; tasavvuf üzerine yaptığı çalışmalarla tanınan Prof. William Chittick’e göre Batı, Mevlânâ’nın adını İslam’la anmaktan korkuyor. Onlar için Mevlânâ, şiddet eksenli yaşayan Müslüman ülkelerden ‘tesadüfen’ çıkan bir şair. Prof. William Amerika ve dünyadaki Mevlânâ etkinliklerinin çok ciddi olmadığını kaydetmiş ve eklemişti;etkinliklerde genel olarak bir konuşma yapılır,Pers ya da Türk müziği dinletilir ardından da semazenler döner.İzleyenler için bütün bu olup bitenler bir televizyon gösterisinden farksızdır.Etkinlik bitince saatlerine bakarlar başka bir etkinliğe gidip gitmeyeceklerini düşünürler.İşte onlar için Mevlânâ sadece bunlardan ibaret.

Bu olup bitenlerin dışında dünyanın bir çok yerinde ben Mevleviyim diyenler var.Peki diyenler kim?Mevleviliği,Mevlana’yı Hümanizm ile bağdaştırmış Hristiyanlar!Şimdi Mevlana,Hümanizm ile bağdaştırılsın diye mi Mesnevi’yi yazmış?Bir avuç hristiyan kendi diledikleri gibi,kendi işlerine nasıl geliyorsa öyle alsınlar,öyle kabul etsinler diye mi?Mevlana ve Mevlevilik Hümanizm ile bağdaştırılırken biz neredeydik?Yoksa daha Mevlana’yı,Mevleviliği,Mevlana’nın hoşgörüsünü,’Ne olursan ol,yine gel’ sözünü daha duymamış mıydık?Yoksa duyup yer mi edindirmemiştik,idrak mı edememiştik,yoksa diğerleri gibi işimize mi gelmedi?

Peki bu söz ve Mevlana hiç mi bir şey katmadı?Kattı ,katmaması mümkün değil zaten.Osmanlı değil miydi 3 kıtada barış ile hüküm süren,hoşgörü ile insanları yöneten birlik ve beraberliği sağlayan?Osmanlı’dan başkası değildi elbette ki.Ama bunlar da bir zamanlardı tabi.Şimdi o ruh asla geri gelmeyecek belkide.

Şimdi 2010’un can çekiştiği dönemlerdeyiz,dünya barışı had safhada!Birileri petrol için insan öldürüyor,birileri kutsal yerler için öldürülüyor,birilerinin ise neden öldürüldüğü bile belli değil.Şimdi şapkayı önümüze koyup düşünelim.Mevlânâ’nın ‘Ne olursan ol,yine gel’ felsefesi dünya barışına katkı da bulunuyor mu?Yoksa katkıda bulunda da biz mi o felsefeyi rafa kaldırdık, birileri de bundan cesaret bulup yakıp yıkıyor?Sanırım ikinci şık daha doğru gibi,sizce de öyle değil mi?

YORUM YAZ
Henüz yorum yapılmamış.

Yorum yapmak için üye girişi yapmanız gerekmektedir. Yada Misafir Olarak Yorum Yapabilirsiniz.Üyeliğiniz varsa üye girişi yapabilirsiniz. Yeni üyelik için üyelik formunu kullanabilirsiniz.