ÖNE ÇIKANLAR :

YAZARLAR

Cemaleddin Efgani hakkında bilinmeyenler

fatih şahintürk

11 Haziran 2013 Salı 11:43
  • A
  • A

Yazının başında hemen söyleyelim:

Cemaleddin Afgani, Afganistanlı değlldir,

Afgani, Türklükle ve Araplıkla hiç bir alakası olmayan, Din alimi kılığında bütün dünyayı gezmiş, İngiliz İstihbarat Servisi ile sıkı mesai içine girmiş, Mısırda bulunduğu sırada Masonluk kütüğüne girmiş, Türkiye başta olmak üzere Ortadoğu ve Ortaasyada bir çok din alimi, aydın, münevver'i maalesef etkilemiş, İran'ın Esedabad şehrinde doğmuş Farsi, yani İran'lı bir şiidir.

Cemaleddin Afgani'nin İstanbul'a ilk gelişi 1870 yılına rastlar ancak Darülfünun'da yaptığı bir konuşma sırasında "Nübüvvet Sanattır" dediği için İstanbul'dan kovulur.

Sırasıyla Mısır, Hindistan ve Mısır'a giden Afgani, sırasıyla bu gittiği yerlerin idarecileri tarafından itinayla kovulur.

1883 yılında Paris'tedir. Ünlü Fransız filozof ve katolikliği ve İslam düşmanlığı ile meşhur Ernest Renan'ın Paris'te Sorbonne Üniversitesinde verdiği bir konferanstan sonra Renan'a gönderdiği mektup Afgani'nin gerçek yüzünü bize gösterir. Zira Renan, bu konferansta Batı dünyasının kilisenin ve Papa'nın etkisinden kurtulduktan sonra büyük bir terakki hamlesi yakaladığını, dinin gelişmeye engel olduğunu söyledikten sonra, aynı şeylerin Doğu milletleri tarafından yapılması gerektiğini uzun uzun anlatır. Renan'a göre, İslam dini, mahiyeti icabı ilmin gelişmeye engeldir ve başta araplar olmak üzere islam milletleri yaratılış icabı metafizik ilimleri, felsefeyi ve güzel sanatları sevmez.

Renan'ın Mimar Sinan'dan, İbni Haldun'dan, İbni Rüşt'ten haberi yok galiba...

Renan'ın üniversitede verdiği daha sonra gazetede yayınlanan bu konferans metninden sonra, Renan'ın teşhislerini peşin kabul eden, onu ayakta alkışlayıp methiye mektubu yazan Afgani, Renan'a gönderdiği tebrik ve teşekkür mektubu, ibretliktir. Renan ile bir çok konuda hemfikir olduğunu açıkladıktan sonra Afgani "... Fakat müslüman, hristiyan, putperest bütün milletlerin barbarlıktan bu dini terbiye sayesinde çıktıklarını..." diyerek, putperestlik ve hristiyanlıkla islamiyet bir tutup, kökeninde barbarlık olduğunu söylemesi ve semavi dinler arasında yahudiliği zikretmemesi çok ilginçtir...

Afgani mektubuna devam ediyor:

"...İslam cemiyeti ise dinin vesayetinden kurtulamamıştır."

"İslamiyet terakkiye mani imiş! İyi ama bu konuda İslamiyet’in başka dinlerden ne gibi bir farkı vardır? Dinlerin hepsi müsamahasız değil mi?"

"...Neden İslam Cemiyeti de günün birinde zincirlerini kırıp Hristiyan cemiyetleri gibi terakki yolunda şahlanmasın?"

Batı ahlaksızlığını, ikiyüzlülüğünü ve kapitalizmini terakki sanan Afgani devam ediyor:

"... Burada Mösyö Renan'ın huzurunda İslam dininin müdafaasını değil, yüz milyonlarca müslümanın müdafaasını yapıyorum."

Allah için aslolan, esas olan fert midir, islam dini midir?

"... Filhakika islam dini, ilmi boğmaya ve terakkiyi durdurmaya gayret etmiştir."

"İlim Çinde dahi olsa arayınız" ve "Hikmet müminin kaybolmuş malıdır, nerde olursa alsın" hadislerinden bihaber zavallı Afgani devam ediyor:

"... Konusu ilmi hakikat olan her çeşit araştırmalardan kaçınmalıdır."

Ne gariptir ki, Ağaoğlu'nun Azeri Türkü olduğunu iddia ettiği Afgani, mektubunda İslam tarihinde önemli yer edinmiş Türk milletinin rolünden hiç bahsetmemektedir.

mektubun sonunda Afgani adeta kendini ifşa etmektedir. Felsefeyi hür düşünce olarak kabul eden Efgani, İslam ile felsefenin savaşının sonunu da açıklamaktadır:

"... Dinler, isimleri ne olursa olsun (ifadeye dikkat ediniz) birbirine benzerler. Din insana imanı ve itikadı zorla kabul ettirir. Felsefeyse onu itikatlardan kısmen veya tamamen kurtarır. İnsanlık yaşadıkça nass ile serbest tenkit, din ile felsefe arasındaki kavga sona ermeyecektir. Kıyasıya bir savaş bu… Ve korkarım ki bu savaşta zafer hür düşünceye nasip olmayacaktır"

Afgani'nin "korkarım" dediği İslam düşünce gücünün galibiyetini biz "inşallah" diyerek beklemekteyiz...

Afgani'yi Fransa'da Renan ile tanıştıran isim de Halil Ganem idi. Ulu Hakan'ın yeminli düşmanı, yurtdışında Jön Türklere kol kanat germiş Hristiyan Halil Ganem...

Söz Cemil Meriç'te:

"Zavallı Türk Entelijansiyası... Kimlerin peşinden gitmemiş. Düşmanları dost, dostları düşman tanımış. Peygamberin adını anmaya cesaret edemeyen bir Afganlı'yı Peygamber kadar saygıya layık görmüş..."

Her gittiği ülkede yaptığı siyasi faaliyetler dolayısyla kovulan Afgani, 1889 yılında anavatana'a yani İran'a geri döndü. Ancak bir yıl sonra ordan da sınırdışı edilecekti:

İranda Türk kökenli Kaçar Hanlığı İran'ı yönetiyordu. Şah Nasırüddün ve Baş veziri Ali Esfer Han, ülkede askeri anlamda bir takım reformlar yapmak için Rus Çarlığı ile sıcak ilişkiler geliştirmişti. Ordunun reform edilmesi için General Liyakoff İran’a getirilmişti. Bu durum batılı devletleri özellikle İngiltere’yi fevkalade rahatsız ediyordu. İngilizler bu duruma isyan ediyor, gençliği ve aydınları kışkırtıyordu. 1890 yılında İngiliz İstihbarat Servisinin kışkırttığı büyük bir nümayiş yapıldı. Bu nümayişin ele başlarından biri de Cemaleddin Afgani idi:

Şah ve Vezir-i Azamı aleyhine yapılan propagandayı bilhassa İngiltere’de tahsil görmüş veya görmekte olan münevverler idare ediyorlar; geniş halk kitlelerini her gün artan bir tazyikle Şah’a karşı körüklüyorlardı. Devrin en büyük alimlerinden (!) olan Şeyh Cemaleddin Efgani de bu hareketi terviç ve tasvip edenler arasındaydı. Hatta, hareketin bir nevi lideri durumunda bulunuyordu. Vezir-i Azam Ali Esfer Han’ın, bütün bu propagandalar ve her geçen gün halk arasında artan husumet karşısında şaşkına döndüğünü ve sert tedbirlere tevessül ettiğini İngilizler memnun bir şekilde takip ediyorlardı. Ali Esfer Han’ın aldığı en şiddetli tedbir, İran’da halkın çok sevdiği, ilmine hürmet ettiği Şeyh Cemaleddin Efgani’yi hudut dışı etmek olmuştu. Fakat bu tedbir de fayda vermemiş, hatta Şeyhin hudut dışı edilmesi, halkın husumetini daha da arttırmıştı. İran’da hükümet tam manasıyla acz içinde kalmıştı. Halk için için kaynıyordu. Şeyh’in sürgün hadisesi, zaten şiddetli bir hal alan halkın kinini açığa vurmasına vesile verdi ve bu sürgün bardağı taşıran son damla oldu. İran’da her an bir ihtilal patlak verebilirdi. (Petrol Fırtınası, Raif Karadağ, s.32, 33)

Afgani'nin İngiliz-Rus rekabeti çerçevesinde İngiltere namına faaliyet gösteren bir ajan olduğu açıktır.

1890'da İran'dan sınırdışı edilen Afgani, 2 yıl Londra'da kaldıktan sonra, 1892 yılında İstanbul'a ikinci defa gelir. Bu sefer Afgani'nin faaliyetleri Sultan II.Abdülhamid'in dikkatini çeker.

Türkiye'de Cemaleddin Afgani'den ilk şüphelenen ve tedbir düşünen isim, Cennet mekan Ulu Hakan Sultan II.Abdülhamid Han olmuştur. Zira Afgani hakkında şunları dile getirmiştir:

“Evet, benim Avrupa devletleri ile bir başıma boğuşmaya gücüm yoktu. Ama Rusya gibi, İngiltere gibi, Asya’da birçok Müslüman ahaliyi idareleri altına almış büyük devletler de benim hilafet silahımdan ürküyorlardı. Bu yüzden Osmanlının işini bitirmek noktasından anlaşabilirlerdi. Ben beklediğim güne kadar bu silahı hudutlarımın dışında kullanmamalıydım. Çünkü böyle bir teşebbüs, ne din kardeşlerimizin işine yarayacak, ne ülkemin yararına olacaktı. Hilafet kuvvetimi memleketimizin huzuru ve birliği için kullanamaya, dışarıda ki din kardeşlerimizi de her ihtimale karşı sağlam tutmaya karar verdim. Donanmayı muattal bırakmak, İngilizleri ve Fransızları tatmin etti ama hilafetin elimde olması sürekli olarak İngilizleri tedirgin etti. Blund adlı İngiliz’le Cemalettin Afgani adlı bir maskaranın el birliği ederek İngiliz hariciyesinde hazırladıkları bir plan elime geçti. Bunlar, hilafetin Türkler tarafından zorla alındığını ileri sürüyorlar ve Mekke Şerifi Hüseyin’in halife ilan edilmesini İngilizlere teklif veriyorlardı. Cemalettin Afgani’ni yakından tanırdım. Mısır’da bulunuyordu. Tehlikeli bir adamdı. Bana bir ara Mehdilik iddiasıyla bütün Orta Asya Müslümanlarını ayaklandırmayı teklif etmişti. Buna muktedir olamadığını biliyordum. Ayrıca İngilizlerin adamı idi. Ve çok muhtemel olarak İngilizler beni sınamak için bu adamı hazırlamışlardı. Derhal reddettim. Bu sefer Blund’la işbirliği yaptı. Bütün Arap ülkelerinin itibar ettiği Halepli Ebul Hüda Esseydi yoluyla kendisini İstanbul’a çağırttım. Aracılığını Afgani’nin eski hamisi Münif Paşa ile Abdülhak Hamit yaptılar. Geldi ve bir daha İstanbul’dan çıkmasına izin vermedim.” (Abdülhamit’in Hatıra defteri, İsmet Bozdağ, Sayfa 73,74)

Şair Mehmet Emin Yurdakul, Mehmet Akif Ersoy, Şemsddin Günaltay, Ahmet Ağaoğlu gibi bir çok şair ve aydını etkileyebilmiş Cemaleddin Afgani, İstanbul'da 1897 yılında İstanbul'da öldü.

YORUM YAZ
Henüz yorum yapılmamış.

Yorum yapmak için üye girişi yapmanız gerekmektedir. Yada Misafir Olarak Yorum Yapabilirsiniz.Üyeliğiniz varsa üye girişi yapabilirsiniz. Yeni üyelik için üyelik formunu kullanabilirsiniz.