ÖNE ÇIKANLAR :

YAZARLAR

GERÇEK OLAN NEYDİ? AYNALAR EVRENİ...

arif akdaş

29 Kasım 2014 Cumartesi 02:25
  • A
  • A

Aynalar Evreni…

Gerçek olan neydi?

Görünen dünya mı, beynin algıladığı hayaller mi , yoksa bundan da öte bir şey mi?

Sır nerede Saklı?


Bu bir acaip haldir bu hale kimse ermez

Alimle davi kılar, Veli değme göz görmez

İlm ile hikmet ile, kimse ermez bu sırra

Bu bir acaib sırdır, ilme kitaba sığmaz

Alem ilmi okuyan, dört mezhep sırrın duyan

Aciz kaldı bu yolda, bu aşka el uramaz

Yunus canını terk et, bildiklerini terk et

Fena olmayan suret, şahına vasıl olmaz


Her mana, belli frekanstaki bir dalga boyudur. Böylece beyin holografik olarak evreni algılamaktadır. Evliyaullah “Alemlerin aslı hayaldir” diyerek bu gerçekliğe temas etmişlerdir.. Tasavvuftaki hakikat safhasında insanların tıpkı kafa gözüyle görüp çevreden bilgi alması gibi kalp gözüyle bilgi aldığı kabul edilir. Kişi zaman ve mekândan bağımsız bilgi kaynaklarına ulaşmaya çalışır. Zaten tasavvufun bilgi kuramı da akıl ve nakil ötesinde bir yol olan bu bilgi kaynağını hedeflemektedir.” “Hakikat, tasavvufta erenlerin, dervişlerin peşine düştüğü kavramdır. En çok aranan, bulmak için en çok yol yürünen, her defasında bambaşka bir diyarda ama aynı ayna, su, cam yansımasında beliren, hikmeti sırrı yol almaktan geçen. Aramakla bulunamadığı fakat bulabilenlerin ise ancak arayanlar olduğu söylenen varoluşun kutsal bilgisidir.” “Bilimin açtığı her kapının ardında insan ALLAH’a daha iyi yaklaşmaktadır.” der Einstein.
Yokluk, Mutlak Varlığın aynasıdır, O zaman sorun, aynanın neyi gösterdiğinde düğümlenir. Ayna neyi yansıtır? Gerçeği mi? Kaderi, geleceği, başka bir boyutu, öte dünyayı mı? Özümüzü, varlığımızı, ruhumuzu, tüm içtenliğiyle kendimizi mi? görünenden yola çıkarak görünmeyeni oluşturmak, zâhirden hareketle bâtın olanı ortaya çıkarmak mı? Ama âlem, ruhsuz bir cevher, lekeli bir ayna gibidir . Aynanın netleşmesi ve ilahi isimlerin gerçeklik kazanması için İnsan-ı Kâmil’e gereksinim vardır. İlahi sır, cilalı ayna olan İnsan-ı Kâmil vasıtasıyla açımlanır. İnsan-ı Kâmil, cilalı ayna olabildiği ölçüde yegâne görünür.
Anadolu’da,küp parlaklığını yitirdiğinde, “küpün sırrı dökülmüş” deriz. Peki, aynanın sırrı dökülmüş ise, kendimizi aynada seyredebilir miyiz? Sır olmazsa, ayna olur mu? Ayna olmazsa, kendimiz olur muyuz?”
“Sır”larımız kalpte kalmalı ki ayna haline gelebilsin. Sırrını keşfeden, sırrını saklayabilen ve sır tutabilen ve böylece âlemde âdem olmayı başarabilir.”



Bir bilgenin dediği bize ne kadar yakın düşüyor;

“Ser vermek olur
Sırrı ayan etmek olmaz”

Ayna’nın doğru göstermesi için “sırrının” sızdırmaması lazım. Ya Ayna tozlu olursa? Kendimizi doğru görmek mümkün olur mu? Ayna üstündeki toz; tutkular, hırslar, egolar, iktidar tutkusudur. Bir özel uğraş daha, hayat yolculuğumuzda, ayna’mızı temizleyecek, bu işin ehli aynacılara yani evliyaullah’a kalp aynamızı, cilalatacağız...

Sırra erdikçe aslında İnsan kendine eriyor…

Selam Ve Duayla

Arif Akdaş…

YORUM YAZ
Henüz yorum yapılmamış.

Yorum yapmak için üye girişi yapmanız gerekmektedir. Yada Misafir Olarak Yorum Yapabilirsiniz.Üyeliğiniz varsa üye girişi yapabilirsiniz. Yeni üyelik için üyelik formunu kullanabilirsiniz.