ÖNE ÇIKANLAR :

YAZARLAR

Balyoz Davası Hukuki midir veya Hukuki Olması Mümkün müdür?

Ali Rıza Gölgelim

09 Ekim 2013 Çarşamba 23:13
  • A
  • A

Hz. Ali (ra) ile bir zimmî (Gayr-i Müslim) arasında ihtilaf vuku bulur. O sırada Hz. Ali (ra) müslümanların halifesidir. Meselenin açıklığa kavuşturulması için Hz. Ali (ra) ile gayr-i müslim şehrin kadısı Hz. Şureyh (ra)’ın huzuruna varırlar. Kadı Şureyh (ra); Hz. Ali (ra)’den iddiasını ispat için delil getirmesini isteyince; Hz. Ali (ra)’ın oğlu Hz. Hasan (ra) ile hizmetçisi Kanber’i şahid olarak gösterir. Kadı Şureyh; Resul-i Ekrem (sav)’in “çocuğun babası için şehadetinin kabul edilmeyeceğini” açık olarak beyan buyurduğu için Hz. Hasan (ra)’nın bahsi geçen ihtilafta şahit olamayacağını, vela ve hizmet sebebiyle Kanber’inde şahitliğini kabul edemeyeceğini başka bir şahit getirmesini münasip bir lisanla izah eder. Hz. Ali (ra) başka bir şahidi bulunmadığı için: “Hz. Hasan’ın adil ve yüksek seciyeli bir kimse olduğunu, her halükarda mutlaka doğruyu söyleyeceğini, bu hususların dikkate alınarak şahitliğinin kabulünü tekrar istirham eder. Kadı Şureyh yine kabul etmez. Bunun üzerine Hz. Ali (ra), Resulullah (sav)’in: “Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin cennet ehlinin gençlerinin efendileridirler” hadisini Kadı’ya hatırlatır. Kadı Şureyh (ra): “Evet, Peygamberimiz (sav) Efendimizin onlar hakkındaki sitayişli sözlerine vakıfım. Fakat yine sen başka bir şahit getir” diyerek kararında ısrar eder. Görüldüğü gibi “adalet siyaseti” açısından hatır gönül tanınmamıştır. İslam adalet siyasetini kurallara bağlamıştır. Şimdi bu bağlamda “Balyoz Davası” özelinde meseleleri değerlendirmeye çalışalım.

Ceza Hukuku davalarında şüpheden arî bir hüküm tesis etmek esastır. Nitekim Resul-i Ekrem (sav); “Had’leri şüphelerle kaldırınız” buyurmuştur. Şüphelerle tazir gibi cezalar verebilirsiniz ama had cezalarında şüphe ortadan kaldırılmalıdır. Şüphe; sabite çok benzeyen ama sabit olmayan anlamına gelir. Dolaysıyla ceza hukuku kapsamında en ufak bir şüphe varsa ceza verilemez. Nitekim Resulullah (sav) bir hadislerinde şöyle buyurmuştur: “Elinizden geldiği kadar Müslümanlardan cezayı kaldırınız. Eğer onun için bir çıkar yol varsa hemen salıverin. Zira Ulu’lemr’in veya Kadı’nın affetmekte hata etmesi, had cezasını tatbik etmesinde yanılmasından daha hayırlıdır.” Şüphe her zaman sanığın lehinedir. Bu noktada yazılı deliller (veya dijital veriler) mutlak delil midir yoksa şüpheli delil midir sorusunun cevabını arayalım.

Yazılı belgeler, adı üstünde belgedir. Ama ceza hukuku açısından mutlak delil olamazlar. Çünkü üzerinde oynanabilir veya tahrifat yapılabilir. Balyoz Davasında ele geçirilen dijital belgeler, velev ki üzerinde oynanmasa bile delil olamazlar. En az iki adil şahit belgenin gerçek olduğuna şahitlik etmek zorundadır. Bu noktada insanlarda yalan söyleyebilir gibi bir itiraz yöneltilemez çünkü yargılamalar insanla mümkündür ve dünyada adalet ancak böyle mümkün olabilir. Balyoz Davası’nda dijital veriler gerçek bile olsa delil olamazlar. Çünkü şüphe hali söz konusudur. Yargıtay’ın dijital veriler “delildir” hükmünü doğru bulmamız mümkün değildir.

Ceza Hukukunda toplu hüküm olamaz. Tek tek sanıkların durumlarının vuzuha kavuşturulması esastır. Okuyalım: “Bir de davacıların kıssası geldi mi sana? Hani surdan aşarak mihraba ulaşmışlardı. Davud'un yanına giriverdiler de onlardan telâşe düştü. Ona “Korkma!” dediler, “biz iki davacıyız. Birimiz, birimize haksızlık etti. Şimdi sen aramızda hak ile hüküm ver ve aşırı gitme de bizi doğru yolun ortasına çıkar.” Biri: “İşte bu benim kardeşim. Onun doksan dokuz dişi koyunu var, benim ise bir tek dişi koyunum var. Böyle iken: Onu da bana ver, dedi ve tartışmada beni yendi” diye anlattı. Davud dedi ki: “Doğrusu senin bir koyununu kendi koyunlarına katmak istemesiyle sana zulmetmiştir. Gerçekten bir cemiyette yaşayanların çoğu mutlaka birbirlerine haksızlık ediyorlar. Ancak iman edip de salih amel işleyenler başka. Ama onlar da pek az.” Davud, bizim kendisini imtihan ettiğimizi sanmıştı. Hemen Rabbinden mağfiret diledi, rükû ederek yere kapandı, tevbe ile Allah'a yöneldi. Biz de o zannettiği şeyi kendisine bağışladık. Şüphesiz yanımızda onun bir yakınlığı ve güzel bir dönüş yeri vardır.” (Sad Suresi: 21-25) Balyoz Davası’nda 360 kişinin tek tek hepsinin suçla ilgisi delillerle izah edilmek zorundadır. “Böyle kanaat edilmiştir” şeklindeki bir hüküm hukuki değildir. Balyoz Davası’nda bazı sanıklar, beraat ederken bazı sanıkların suçlarının “suç kararı alma” şeklinde izah edilmiş ama mahkûm edilenlerle “suç kararı alma” şeklindeki fark ve mahkûm edilenlerin eylemleri net bir şekilde izah edilmemiştir. Şimdi “ortada bir darbe girişimi var ve bu kesindir, dolaysıyla böyle ince esaslara girmeye gerek yok” demenin bir anlamı yoktur. Öyleyse 80 küsur kimseyi neden beraat ettirdiniz şeklinde bir soruyla muhatap olursunuz. Evet, benim de kanaatim darbe yapılması kararı alınmıştır ve sanıkların birçoğu AK Parti Hükümeti’nin düşmanıdır. Hatta İslam’ı bile düşman edindiklerini söylemek mümkündür. Ama ceza hukuku, ayrı bir meseledir. Tanıkları dinlememe gibi bir keyfiliğe kesinlikle yanaşamazsınız. Kaldı ki teşebbüs meselesi de başlı başına sorunludur. Çünkü darbe planları çok sonraları ortaya çıkmıştır. Belge dediğimiz unsurlar yıllar sonra ortaya çıkmıştır ve o zamana kadar teşebbüs hissedilmemiş veya hissedilse bile meselenin tarafları bu konuda konuşmamıştır. Yıllar sonra tespit edebileceğiniz tek şey, örgüt kurmak olabilir. Yani sanıkları terör örgütü üyeliğinden suçlayabilirsiniz ama darbeye teşebbüsten suçlamanız biraz sorunludur. Ama sanıklar darbe yapmak istiyorlardı diyebilirsiniz yalnız biz burada meseleyi “ceza hukuku” açısından değerlendirmeye çalışmaktayız.

Bütün toplumlarda adalet önemlidir. Hz. İbrahim (as), kâfirlerin putunu kırdığında Nemrud’un Kavmi arasında şöyle bir konuşma geçmiştir.

"Bizim ilahlarımıza bunu kim yaptı? Şüphesiz o, zalimlerden biridir. Kendisine İbrahim denilen bir gencin bunları diline doladığını işittik. O halde onu insanların gözleri önüne getirin, olur ki şahidlik ederler” dediler. (İbrahim gelince ona) “Ey İbrahim! Bunu heykellerimize sen mi yaptın?” dediler.” (Enbiya Suresi: 59-62)

Görüldüğü gibi Hz. İbrahim (as) “kuvvetli suç şüphesine” maruzdur. Buna rağmen Nemrud’un Kavmi, Hz. İbrahim (as)’ı direk suçlamamış onu insanların önüne getirin” demişlerdir. Bu da yetmemiş şahit istemişlerdir. Kanıt olmadan kimseyi suçlamamışlardır. Burada bir incelik daha vardır. Nemrud’un Kavmi, aleni yargılama esasını benimsemiştir. Aleni yargı sadece insanların görmesi için değildir. Objektif kriterlere göre yargılanmanın olmasını esas almışlardır. Özel Yetkili Mahkemelerin objektif kriterlere göre karar verdiklerini söylemek mümkün müdür?
Başbakan Tayyip Erdoğan, MİT Soruşturması esnasında “Özel Yetkili Mahkemelerin” haddini aştığını söylemiştir. Bu dönemde Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve Meclis Başkanı Cemil Çiçek’te bu mahkemeleri eleştirmiştir. Daha sonra Özel Yetkili Mahkemeler kaldırılmış sonrasında “Terör Mahkemeleri” kurulmuştur ama devam eden mahkemeler açısından “Özel Yetkili Mahkemeler” devamına karar verilmiştir. MİT Müsteşarı için “zararlı” olan mahkemelerin diğerleri için adil olması mümkün müdür? Kaldı ki “Özel Yetkili Mahkemeler”in tabii hâkim ilkesini çiğnediği malumdur. Türkiye’de İstiklal Mahkemeleri’nden bu yana olağanüstü mahkemeler geleneği vardır. Elbette olağanüstü haller her devlet için geçerlidir ama Türkiye’de bu bir gelenek haline gelmiştir.

TMK, sadece terörü değil düşünceyi de mahkûm etmektedir. Türkiye’de adalet sorunu bitmez ve Balyoz’ları bu mahkemelerle engelleyemezsiniz. Toplumu kamplaştırırsınız. Ağlattıklarınızda cabası.

YORUM YAZ
Henüz yorum yapılmamış.

Yorum yapmak için üye girişi yapmanız gerekmektedir. Yada Misafir Olarak Yorum Yapabilirsiniz.Üyeliğiniz varsa üye girişi yapabilirsiniz. Yeni üyelik için üyelik formunu kullanabilirsiniz.