ÖNE ÇIKANLAR :

YAZARLAR

Mekan ve medeniyet

Ahmet Balki

20 Nisan 2013 Cumartesi 11:50
  • A
  • A

Uygarlık tarihinde yer alan toplumların ortak yanı “ben” merkezli coğrafya idrakine sahip olmalarıdır.
Resul-i Ekrem (sav) Yesrib’e hicret ettiğinde bulunduğu şehrin adını “aydınlık şehir” manasına gelen “Medine” olarak değiştirmiş ve şöyle buyurmuştur:

"Ben karyeleri yiyen karye(ye hicret)le emrolundum. Buna Yesrib diyorlar. Burası Medine'dir. Medine, tıpkı körüğün curufu ayırması gibi insanları(n kötüsünü) defedip ayırır." (Müslim)

Hz. Muhammed (sav) Medine’nin merkezinde bir medeniyet inşa etmiştir. Nitekim Hz. Enes (ra) şöyle diyor: "Resûlullah (sav) Medine'yi şu şu yer arasında kalan kısımlarıyla haram ilan etti." (Buhari)

Sadece bu hadislerle kalmamış Peygamberimiz gelecek nesiller için bile Medine’yi medeniyet merkezi ilan ederek şöyle buyurmuştur: "Yemen fethedilecek. Bir grup insan, Medine'den oraya aileleri ve kendilerine tâbi olanlarla gidecekler. Hâlbuki bilselerdi, Medine onlar için hayırlıydı. Şam da fethedilecek. Bir kavim Medine'den aileleri ve kendilerine tâbi olanlarla oraya göç edecekler. Bilselerdi Medine onlar için hayırlı idi…" (Muvatta)

Bilindiği gibi Maliki Mezhebinin kurucusu İmam Malik (rh.a)’e göre ictihad yaparken Medine’nin özel bir önemi her zaman yerini korumuştur.

Tarihte “Ben Merkezli” coğrafya anlayışının bir gereği olarak fethedilen topraklar “Dar’ul İslam” olarak nitelendirilmiştir.

Hz. Ömer (ra) devrinde fethedilen toprakların hukuki statüsü şura konu olmuş ve bu toprakların ümmetin ortak mülkiyeti kabul edilerek miri toprak olduğu karara bağlanmıştır.

Merkezden çevreye yansıyan ve sermayenin tek elde toplanmayıp tabana yayıldığı bir paradigma İslam Coğrafyasına hakim olmuştur. Bu yüzden de fetihler çok kısa sürede halklar tarafından içselleştirilmiş ve farklı kavimlere mensup insanlar huzur içerisinde yaşama fırsatını yakalamışlardır.

İslam Memleketlerinde bir kavim ön plana çıksa bile dine dayalı güç dengelerini aşamamış her kavim içlerinden birisi lider olsa dahi barış içerisinde yaşamışlardır. Her ne kadar arada sırada etnik kökene dayalı çatışmalar söz konusu olsa bile hâkim renk ümmet kültürüdür. Ümmet Kültürünü ve coğrafya idrakini parçalayan dinamik gündemimize giren milliyetçilik cereyanı ve ulus devlet olgusudur.

Fransız İhtilalı’nın oluşturduğu tesir ve Osmanlı Devleti’nin zaafları karşısında etkiye açık pozisyonu, ulusalcı dalganın ümmet içerisine duhulüne sebep olmuştur. Jön Türkler aracılığı ile Türkçülüğün, bazı Arap Aşiretleri vesilesi ile Arapçılık akımının ortaya çıkışı ile İslam ana renk olma vasfını kaybetmeye başlamış ve nihayet Hilafet kaldırılarak da duruma resmiyet kazandırılmıştır.

Osmanlı Coğrafyasında egemen olan 50 küsur devletin ortak değeri İslam olmadığı gibi bu devletlerin tamamı küresel bir güç olma pozisyonundan uzaklaşmış ve kendi iç çelişkilerinin içine gömülmüştür.
Türkiye’de kronik hale gelen ve Batılı güçlerin bile müdahil olduğu Kürt meselesi, irtica yaygaraları, faize dayalı ekonominin yapısal problemleri, darbeler ve olağanüstü hallerin rutin hale gelişi gibi sorunların Osmanlı mirasını devralmış bir ülkenin bile ne kadar sığ davalarla meşgul olduğunu ortaya sermektedir.

YORUM YAZ
Henüz yorum yapılmamış.

Yorum yapmak için üye girişi yapmanız gerekmektedir. Yada Misafir Olarak Yorum Yapabilirsiniz.Üyeliğiniz varsa üye girişi yapabilirsiniz. Yeni üyelik için üyelik formunu kullanabilirsiniz.