ÖNE ÇIKANLAR :

YAZARLAR

Derin devlet ve çeteleşme

Ahmet Balki

21 Mayıs 2013 Salı 10:42
  • A
  • A

Yine renkli gözaltı haberi; suç olmasına rağmen yine birileri dosya hakkındaki bilgi ve belgeleri basına servis etmiş. Şüpheli suçsuz olabilir, gizlilik kalkınca kamuoyu sanığı baştan mahkûm ediyor. Kanun koyucu, “çamur at izi kalsın” basitliğine düşmemek için gizliliği esas almış. Ayrıca şüphelinin dosyanın tamamına vakıf olup da delilleri karartmasını istemiyor. Lakin bu çarşaf çarşaf haberler ne öyleyse?

Kanunlar sıradan davlar için; karşınızdaki siyaseten tehlikeli ise orada kanunların değil, hükümet veya derin devletin sözü geçer. Ya da herhangi bir erkin. Tutuklamaya haklılık kılıfı geçirmek istiyorsanız, davaları servis etmeniz kaçınılmaz. Türkiye’de hatta bütün ülkelerde örgüt davaları ve siyasi soruşturmalar bu mantık üzere yürütülür.

,Türkiye Cumhuriyeti’nin Osmanlı Devleti sonrası yine Osmanlı Paşaları tarafından kurulduğu malum. Dolaysıyla devletin köklü bir devlet geleneğine sahip olduğunu söylemek zorundayız. TC, sun’i ve kabilevi bir devlet değildir. Lakin Osmanlı’nın son dönemlerinden kalan gizli örgütlenmeler ve derin yapılanmalar aynen genç Cumhuriyet’e tevarüs etmiştir.

Cumhuriyet İdaresi, Osmanlı’nın kuruluş felsefesi ve ideallerini reddetmiştir. Cihan Hâkimiyeti ideali yoktur; dışarıya sevimli gülücükler gönderilir. Hilafet kaldırılmış, şeriat ilga edilerek yerine Batılı kanunlar ilga edilmiştir. Bundan iyisi Şam’da kaysı; düşmanlarımız için.

1950’ye kadar içerideki potansiyel güçler; eritilmeye çalışılmış. Dil Devrimi tarihimizi bizden koparmış, jandarmanın elindeki dipçikler de Şeriatçıları, Kürtleri, kimi zaman Liberalleri hatta azınlıkları tasfiye için kullanılmış. Kendi halkıyla uzlaşmayan ve toplumsal sözleşmesini silahların gölgesinde imzalayan otoritemiz, içeride sürekli çatışmak zorunda kalmış.
Türkiye’de derin devlet denilince boşa akla gelmiyor; çete ve mafya. Muhtıralar, darbeler ve nihayet “birlik ve beraberliğe her zamankinden çok ihtiyacımız olan günler”in bitmemesi bu paradigmanın eseri. Darbelerin sorumlusu derin devlet değil, resmi devletin kabulleri.

“Temiz Toplum” ve çetelerden arınmış bir cemiyet hayatı arzulayanlar; Ergenekon gibi terör örgütlerini elbet gündemlerine almalılar ama daha ötesi yazılı hukuk kurallarının oluşturduğu kurumları ve devletin yapısını tartışmaya açmalıyız. Bütün kötülükleri derin devlete, iyilikleri devletin hanesine yazmamız ne kadar doğru? Devlet insanların ortak ihtiyaçları için vardır; düşünce farklılıklarını “yok edilmesi gereken düşman” olarak görmek hangi ortak ihtiyacın ürünü.
Anayasanız da farklı kimlikleri tanımıyorsanız sürekli yabancılaşma ve çatışma üretirsiniz. Doğallık gidince devletin “rutin” dışına çıkması rutin olur.

Ka’b b. Eşref’in, Hz. Muhammed (sav)’in emriyle “suikastla” öldürülmesine daha önce değinmiştik. (bkz. http://www.yazete.com/genc-kalemler/ahmet-balki/derin-devlet-felsefesi/259/) Şimdi yeniden değerlendirelim.
Medine Sözleşmesi’ne göre Yahudiler, kendi aralarındaki ihtilafları mahkemelerinde halledebiliyor, kendi çocuklarına dinlerine göre eğitim verebiliyordu. Esasen İslam’da zimmîlere tanınan hakların içerisinde askerlik yapmamakta vardır. Bir bakıma İslam Devlet’inde zimmîlere; dine muhalefet hakkı verilmişti.
Öyleyse Kab b. Eşref neden öldürüldü?

Kab b. Eşref, İslam Devleti’nin egemenlik hakkına karşı çıkıyordu. O’nun bir Yahudi olduğu biliniyordu ve öyle de kabul edilmişti. Lakin O, gizli ve illegal faaliyetlerle İslami Yönetime savaş açmıştı.

Kab b. Eşref’in öldürülme emrini bizzat Peygamberimiz vermiştir. Evet, eylem örtülü bir operasyondu ama öldürüldükten sonra Peygamberimiz, öldürme emrini verdiğini gizlememiştir. Yani Kab’ın öldürülmesi riskini bizzat üstüne almıştır. Evet, İslam Devleti’nde gizli faaliyetler olabilir ama bu operasyonlar asla devletten bağımsız olamaz. Fail-i Meçhul cinayete asla müsamaha gösterilemez. Eğer fail yoksa sorumlu devlettir.

Derin Devlet ve sun’i tehdit algılamalarının Osmanlı Devleti’nde “İttihat ve Terakki Fırkası”nın iktidarından sonra gündeme geldiğini söylemek zorundayız. “Islahat Fermanı’ndan sonra kurulan “Encümeni Daniş” aydınlanma felsefesine iman etmiş ve Batı’nın felsefe ve kültürünü Osmanlı Toplumuna kazandırmakla görevli bir örgüttür.” Aslında Osmanlı’nın son devri gizli örgütlenmeler devridir.

Encümen-i Daniş örneğinde görüldüğü gibi derin devlet yapılanmalarının kökeni dış kaynaklıdır. Esasen halkına bunca acı yaşatan insanların dışarıdan beslenmemesi mümkün değildir. Encümen-i Daniş’in iktidara gelme ve iktidarı koruma felsefesinin arka planı da ilginçtir. Örgütün ilk tercüme ettiği eser Niccola Machıavelli’nin “Hükümdar” isimli kitabıdır. Machıavelli’nin hukuka iman etmediği ve devlet adamlarına yalan ve şiddeti tavsiye ettiği malumdur.
Bir devletin hukuka uymamasından ve yalan söylemesinden daha çirkin bir iş olamaz. Zira ülkedeki en güçlü hâkimiyet sahibi odur. Devletin yalana ve hukuksuzluğa tenezzül etmesi en büyük zavallılıktır. Ne yazık ki Türkiye’de devleti ve resmi ideolojiyi sahiplendiğini söyleyen zinde güçlerin zihniyet kodlarında Makyevelizm önemli bir rol oynar.
Cinayet, yalan ve komplo teorileri derin devletin adeta sıradan araçları haline gelmiştir. Ses getiren siyasi cinayetleri iktidar olmanın aracı olarak kullanan derin devlet ve resmi ideoloji mensuplarının halkı kucaklayacak ve de Türkiye’yi dünya çapında iddialı hale getirecek fikri donanıma sahip olmadığı malumdur. Tek tip elbise ile ülke yönetmek kolaydır. Ama tek tip dayatmasının da bir bedeli vardır: Fail-i meçhul cinayetler, ideolojik yargı, ekonomik oligarşi, donuk kültür, devlete kendini kabul ettirmek için yalan söylemeyi alışkanlık haline getirmiş kalitesi düşük bir halk.
Eski TBMM Meclis Başkanı Necmettin Karaduman’ın Encümen-i Daniş’in başkanlığını yaptığı malumdur. Karaduman, Hürriyet Gazetesi’nde yayımlanan bir söyleşi de; “Türkiye’de derin devlet vardır ve gereklidir” açıklamasında bulunmuştur. Elbette her devlette derin bir yapılanma vardır ve varlığını korumak için böyle bir yapıya ihtiyacı vardır. Aynı Karaduman; Ergenekon’un derin devletin uzantısı olup olmadığı sorularını cevapsız bırakmış “hayır” cevabını verememiştir.

Biz bir an olsun Ergenekon’dan yargılanan insanların “suçlu” olup olmadıklarını bir tarafa bırakalım. (Zaten bu konuda bizim söyleyecek bir sözümüz olamaz.) Ergenekon’a atf edilen eylemlere baktığımız zaman özellikle Danıştay Saldırısı devleti korumaktan çok bir kesimin ezilmesi için faaliyetler dizimidir. Bu noktada Karaduman’ın “ne münasebet, derin devlet bir kesimi yok etmek için var değildir” cevabı vereceğine sessiz kalması manidardır. Evet, Türkiye’de derin devlet varsa aynen Ergenekon gibi davranmak zorundadır. Zira resmi devletin dayattığı şartlar Ergenekon gibi bir örgüte ihtiyaç duymaktadır.
Aslında Ergenekon’un “derin devletin” uzantısı olup olmadığı sorusuna verilecek “evet” veya “hayır” cevabının fazla bir önemi yoktur. Zira bu örgüte nispet edilerek gözaltına alınan kimseler “devleti korumak için çeşitli faaliyetlere giriştiklerini” ifade ederken birçoğu da resmi devlet görevlisidir. Fakat Ergenekon ve faaliyetleri eğer derin devlet olarak kabul ediliyorsa Türkiye’deki derin devletin oldukça sığ ve basit olduğunu söylemek zorundayız.

Başta da belirttik derin devletin görevi devlet içinde kurumlararası koordinasyonu sağlamak ve hukukun etrafından dolaşan muhaliflerle mücadele etmektir. Derin Devletin bir başka görevini de şöyle ekleyebiliriz: Dış Güçlerin ülke içinde operasyon düzenlemesine engel olmak ve dış güçlere karşı onların ülkesinde operasyon düzenlemek…
Soğuk Savaş bitti… Dünya artık tek kutuplu ve hiç dengeli bir pozisyondadır. Türkiye’deki Kürt Sorunu ve irtica paranoyası resmi devletin taşıyamayacağı kadar ağır bir yük haline gelmiştir.

YORUM YAZ
Henüz yorum yapılmamış.

Yorum yapmak için üye girişi yapmanız gerekmektedir. Yada Misafir Olarak Yorum Yapabilirsiniz.Üyeliğiniz varsa üye girişi yapabilirsiniz. Yeni üyelik için üyelik formunu kullanabilirsiniz.