ÖNE ÇIKANLAR :

YAZARLAR

Kalem ve Kader (3) Mahrem Meçhulün İzinde…

Ahmet Akgünler

27 Şubat 2014 Perşembe 21:43
  • A
  • A
“Burada nasıl evleneceğim ya evimin kuralları? Anlaşamazsam boşanma. Beni buraya attın ama elimde hiçbir kural yok. Hadi yemek yemek ve yemeği boşaltma kurallarını iradem dışı unsurlara bağlamışsın. Çok da iyi. Lakin sosyal hayatın kuralları içinde tek meselede yüz binlerce seçenek var ve seçeneklerden hangisi daha doğru? Bunlar meçhul. Bahçeden beni aldın ama kurallara dayalı bir hayatın içinde kuralsızım ve sadece atılmış gibiyim.”
“Aslında haksız değilsin. Ama bu türden bir cehalet seni buraya atan bende de mevcut. Zaten şöyle buyurur ayet: “Kadınları boşadığınızda, bekleme sürelerini de tamamlamışlarsa -birbirleriyle maruf (bilinen meşru biçimde) anlaştıkları takdirde- onlara, kendilerini kocalarına nikâhlamalarına engel çıkarmayın. İşte, içinizde Allah'a ve ahiret gününe iman edenlere bununla (böyle) öğüt verilir. Bu, sizin için daha hayırlı ve daha temizdir. Allah, bilir de siz bilmezsiniz.” (Bakara Suresi: 232) Bu ayet, varlığın sırrını anlatmıyor. Sosyal hayatın içinde olan beşeri bir ilişkinin bir boyutundan nikâh ve boşamakla ilgili bir hükme temas ediyor. Ama ayetin sonunda “Allah bilir de siz bilemezsiniz” diye sona eriyor. Kardeşini öldüren Kabil’in durumu daha bir dramatik: “Derken Allah bir karga gönderdi, ona kardeşinin cesedini nasıl gömeceğini göstermek için toprağı eşeliyordu: “Yazıklar olsun bana, şu karga kadar olup da kardeşimin cesedini gömmekten aciz miyim ben?” dedi ve pişman olanlardan oldu.” (Maide Suresi: 31) Biz insanoğlu da senin içinde bulunduğun girdabın içinde. Bırak âlemin sırrını anlamayı her zaman içinde olduğumuz beşeri hükümleri bile anlamakta, doğrusunu bulmaktan mahrumuz. Bakma sen Laik Meclislerin kanunlarına… Kanunlar çok zaman suyun üzerine yazılan yazı. Hakikatten ayrı bir gerçeklik alanı inşa etmek isteyenlerin tamtakır debelenmesi. Aslında kendileri de biliyor. Bu sebepten olsa gerek Montaigne şöyle der: “Kanunlar doğru oldukları için yürürlükte olmazlar. Sadece kanun oldukları için yürürlükte olurlar. Kendilerini dinletmeleri akıl dışı bir güçten gelir, başka bir şeyden değil. Mistik olmaları işlerine gelir. Yasa koyanlar da, çok kez budala ya da eşitlik korkusuyla haksızlığa düşen kimselerdir. Nasıl olursa olsunlar, insandırlar sonunda, her yaptıkları şey ister istemez sudan ve değişkendir. Kanunlardan daha çok, daha ağır, daha geniş haksızlıklara yol açan ne vardır?”
“Tamam, kısmen cahilliğimin boyutunu anlattın. Sen ve ben arasındaki sırrı anlamaktan vazgeçtim. Bari beni attığın bu yerde kuralları da koysan. Kendimi de rahatlatmak için. Ayrıca seninle benim aramda da bir hukuk yok. Seni kızdırırsam bilmeden. Hem ben hala seninle benim aramda nasıl bir ilişki var bunu da anlamlandırmış değilim. Aramızda sürekli bir sır, esrar.”
“Mahrem meçhulü sezmek boyuna esrarın karşısında olduğunu hissetmeyi iktiza eder. Esrar perdeleri asla aralanmaz. Her şeyi bildiğini zannetmek en büyük cehalet. Ama en büyük cehaletten daha büyük cehalet nedir bilir misin? Az bir bilgi kırıntısını da bir kenara atıp devamlı esrarlarla meşgul olmak!.. Tehlike ve karanlıklara koşmak.”
“Aramızdaki ilişkiyi anlamlandırmak için mecburum. Sen gerçek ben ise hayal. Lakin hayal bile olsam, kendimi avutma anlamında da olsa bana bir anlam haritası oluşturacağım bir kurgu lazım.”
“Benim gerçek senin hayal olduğunu itiraf ettiğine göre… Hakikati bu bildiğin gerçeklik üzerine inşa etmeye çalışsana. Elinde nihayetinde bir bilgi var. Bu bilgiyi bir kenara atıp tamamen karanlıklara dalmakla kendini maskara etmek, acı. Sadece hayaller değil. Gerçek insan hatta kendilerine kitaplar gelmiş ümmetler bile bu maskaralığa duçar oldu. Muhkemi bırakıp müteşabihe daldı. Evet, müteşabih ve batın (işin görünmeyen kısmı) önemli. Velâkin düşünce ve fikri sadece müteşabihe indirgemek. Çok ümmetler aynı hataya düştü demiştim. Örnekler vereyim.”
“Acele… Acele…”
“İnsan, kendi sırlarını bile korumak isterken hakikatin büsbütün sırsız ve çıplak olduğunu mu zannediyorsun. Kısa yoldan hakikate ulaşma arzusu; yakıcı, saptırıcı. Gerçek hayattaki dağlar, denizler, insanlar ve diğer varlıklar niye var? İlim niye var? İlim için harcanan çabalar ve kelimeler. Bir şarlatan çıkacak ve bunların hepsi boş gelin takılın bana mı diyecek. Acele ile olmaz yazıya döktüğüm hayalim. Sana söylemiştim. Bir gerçek tespit etmiştin. Ben gerçek sen ise hayal. Buradan yola çıkabilirdin.”
“Senin için söylemesi kolay. Sen etrafında birçok nesne. Acı ve tatlı birçok olayla karşı karşıyasın. Eğer bunlar olmasaydı karanlık bir odada bulunsaydın ne işim var demez miydin?”
“İnsan, etrafındaki şeylerle ilk doğumunda… Aklı başında olarak karşılaşsaydı. Delilik içten bile değil. Çarpardı gerçek. İnsan, hava, güneş, su her şey. Kolay mı dokuz ay karanlıklar üstüne karanlıklarda kalıp da dünyaya gözlerini açmak. Ama bir hazırlık devresi geçti. Akıl yavaş yavaş olgunlaştı. Bırak hakikati gerçekler bile insanı bir anda çarpmadı. Sonra insan gerçeklerin yanından hiçbir şey olmamış gibi geçer gider. “Gökyüzünü korunmuş bir tavan yaptık. Onlar ise O’nun ayetlerinden yüz çeviriyorlar.” (Enbiya Suresi: 32)”
“Şimdi demek istiyorsun ki, sen bir hayalsin ve bu hayal üzerine yoğunlaşıp sonra da hayalin sahibine ulaşsana.”
“Evet, aynen öyle diyorum. Her şeyin bir metodu var. Anlama kılavuzu mevcut. Gerçi hakikat bazen çarpar. Sen ile hakikat arasındaki bütün engeller darmadağın olur. Olağanüstü hallerdir onlar. Devamlı olmazlar. Ama olduğu zaman orada bir yerde hakikat olduğunu sezmeden öte bilirsin. Nasıl bir hal bu? Örnek vereyim: “Sizi karada ve denizde gezdirip dolaştıran O’dur. Hatta gemilerde bulunduğunuz ve o gemiler, içindekilerle beraber hoş bir esinti ile akıp gittikleri ve tam keyiflendikleri sırada o gemilere şiddetli bir fırtına gelir çatar ve her taraftan onlara dalgalar gelmeye başlar. Bütünüyle kuşatılıp artık bittiklerini sanırlar. İşte o vakit tam ihlâs ile Allah’a yalvarır ve dindar olurlar: “Eğer bizi buradan kurtarırsan, and olsun ki, şükredenlerden olacağız” derler.” (Yunus Suresi: 22)
“Müteşabihe düşerek sapıtan ümmetlerden örnekler verecektin. Araya girmiş ve sözünü kesmiştim. Bu arada sen de unuttun örnekler vermeyi.”
“Evet, unuttum ve hemen kısa iki örnek vereyim de seni içine düşmen muhtemel bir hatandan dolayı uyarayım. Hıristiyanlar en bariz örnek. İncil’de zikredilen “baba” mecazına (müteşabihe) tutundular. Bu mecazı hakikatin ta kendisi ilan ettiler. Hâlbuki kendilerine “bir Allah” muhkemi verilmişti. Hakikate buradan yola çıkarak ulaşmaları gerekirdi. Elbette ve hiç şüphesiz “baba” mecazı hakkında tefekkürde bulunabilirlerdi. Lakin hiçbir tefekkür La İlahe İllallah muhkematını bozmamalıydı. Allah’ın merhameti hakkında ipucu elde edebilirlerdi. Ne var ki, Allah’ı güya zihinlerinde somutlaştırdılar. “Var olan hiçbir şey yoktur ki his ile algılanması veya tecrübe edilmesi mümkün olmasın” yanılgısına düştüler.
“Evet, seninle benim aramdaki ilişkinin esasını da aslında somuttan çok soyutluk oluşturuyor. Lakin soyutu anlamak için somutu göz ardı etmemek şartı ile.”
“İlerleme var. Meseleleri kavramaya başladın. Diğer bir örnek vereyim meseleyi soğutmadan. Yahudiler!.. Kambersiz düğün olmaz. Onlar da bazı peygamberleri hâşâ ilahlaştırdılar. Ama bu noktaya kolay gelmediler. Onlar da müteşabihlerin peşine takıldılar. Kur’an-ı Kerim’deki huruf-i mukattaalardan kıyametin kopacağı zamanı çıkarmaya çalıştılar. Yine hâlbuki muhkem hakikat, kıyametin kopma zamanını bir tek Allah’ın bileceği hakikati idi. Müslümanların bir kısmı da aynı yolun yolcusu oldu: Peygamberimiz (sav); “Sizler karış karış, arşın arşın sizden öncekilerin yolunu izleyeceksiniz. Hatta insanın giremeyeceği küçük bir keler deliğine girecek olsalar siz de onları takip edeceksiniz” buyurunca, Sahabe sordu: “Ya Resulullah (sav)!.. İzlerini takip edeceğimiz bu topluluklar Yahudiler ve Hıristiyanlar mı olacak?” Peygamberimiz (sav) açıkça şöyle buyurdu: “Ya başka kimler olacaktı?.” (Buhari, Müslim)
“Bahsettiğin hal insanların tabiatından kaynaklanmasın. Zira bu kadar geniş ve yaygın bir hata akla böyle bir ihtimali getiriyor.”
“Elbette insanın toprak ve ruh olan tarafı var. İki tarafa da her an kayma tehlikesi var. İkisi de insan tabiatına aykırı ama kolay yoldan hakikati bulma iddiasını içinde bulunduran bir hal mevcut. Bir yanda dünyaya tatmin olanlar diğer tarafta ruhbanlık vs. ile dininde aşırı gidenler. Ama meselenin bir başka yönü şu: İnsanları kandırmaya çalışan İblis ve şeytanlaşmış insanlar, insanı muhkemi bırakarak müteşabih ile kandırmaya çalışır. Zihinleri vesveseler ile nakzetmek isteyenler mücerret hayal ürünü olan şeylerde, rumuzlarda, muamma ve müteşabihatta boş ve havai şeyler ararlar. Müteşabihatı, şüpheye basamak yapmak için muhkemata üstün tutarlar.”
YORUM YAZ
Henüz yorum yapılmamış.

Yorum yapmak için üye girişi yapmanız gerekmektedir. Yada Misafir Olarak Yorum Yapabilirsiniz.Üyeliğiniz varsa üye girişi yapabilirsiniz. Yeni üyelik için üyelik formunu kullanabilirsiniz.