ÖNE ÇIKANLAR :

YAZARLAR

Tanrı algısı

Adem Toprakoğlu

15 Haziran 2013 Cumartesi 00:24
  • A
  • A

Herkesin kendine göre bir tanrısı vardır. Yani kişinin kendi zihninde, kendi algılarıyla oluşturduğu sanal bir tanrısı. Ancak bu bağlamda insanın aklına gelen ilk soru “peki ateist denilen insanların durumu da mı böyledir?” sorusudur. Evet, onların da bir tanrısı vardır. Var-yok yetisine tam sahip olamayan bir tanrı. Biraz daha açalım bu meseleyi.

Öncelikle, olmayan bir şey için bu yoktur denilemez. Bir şeyin yok olduğunu söylemek onun var olduğu gerçeğinden geçmeyi gerektirir. Ancak bunu basit bir anlamda genellemek yanlıştır. Yani “efendim ben 3 başlı bir hayvan yoktur dersem bu onun var olduğu anlamına mı geliyor?” denilse olmaz. Çünkü buradaki var-yok meselesi anlam ve mânanın var-yok olma meselesidir. Yani 3 başlı hayvan derken bunu tasavvur eden kişi başın ve hayvanın varlığını kullanmak zorunda kalıyor. Evet, baş da hayvan da bir anlam ve mânaya tekabül ettiği için zihinde vardır zaten. Ancak zihinde var olan şeylerin senin kafandaki kombinasyonlara göre birleşmesi gerekmez. Kısacası, bir şeyin yokluğunu kabul etmek onun varlığını kabul etmekten geçer derken bunu mâna üzerinden düşünmek elzemdir. Binaenaleyh ateist, tanrı yok derken o tanrıyı kabullenir. Ancak bu tanrı başta da belirttiğim gibi var-yok yetisine tam sahip olmadığı için ve ateist kişi de her insan gibi kendi tanrısının telkinlerinden beslendiği için var-yok olma meselesini tam idrak edemez ve tanrı yok der. İşte bu ateistin tanrısıdır.

Akla gelen bir diğer soru ise çok tanrılı dine inanan insanların bir tanrısı yoktur, çok tanrısı vardır. O halde onların durumu nasıldır?” sorusudur. Evet, tarihte çok tanrılı dine inanan insanlar olmuştur. Bunu mitolojiden açıkça görmekteyiz zaten. Mitolojiye baktığımızda görüyoruz ki insanlar bir çok tanrı tasavvur etmişler. Hepsinin de kendine göre görevleri ve hakim olduğu alanları vardır; deniz tanrısı, bereket tanrısı, gök tanrısı, savaş tanrısı, iyilik, ölüm, cehennem vs. tanrı ve tanrıçaları… Dikkatle bakıldığında bunların hepsinin sıfat olduğu görülür. Tek birine ait sıfatlar gibi. Bu tür çeşitlenme ve ayrılaşma ise yine insanın kendi zihninde oluşturduğu bir tanrının tek olma yetisinin sahipsizliğinden kaynaklanır. Yani çok tanrıya inanan bir insanın kafasında tasarladığı tanrısı tek olma istidadına sahip olamadığı için (ki ona bu sahipsizliği veren kişinin kendi algısıdır) o kişi de kendi tanrısından gelen telkinlerden beslenir ve çok tanrım var der. İşte bu tür insanların tanrısı böyledir.

Cebriyeci vardır, onun tasavvurundaki tanrı zorbacıdır, despottur. Yani insanın fiillerini ona zorla yaptırır bu tanrı. Cebriyecinin kafasındaki tanrı hür irade yetisini tam dengeleyemediği için o da kendi tanrısından aldığı telkinlerle insanın fiillerini tanrı ona zorla yaptırır der. İşte bu da cebriyecinin tanrısı.
Cebriyeden bahsedip mu’tezileden bahsetmemek olmaz. Onun durumu da tam tersidir. Yani onun kafasında tasavvur ettiği tanrı müdahale yetisine tam sahip değildir. Böyle bir tanrının telkinlerinden beslenen bir insan da tanrı insanın hiçbir fiiline müdahale etmez der. Mu’tezilenin tanrısı da böyledir işte. Ve hakeza…
Bu beyin fırtınası başka durumlar için de sürdürülebilir. Mesela; Einstein ortaokul çağındadır. Bir gün hocası sınıfa girer ve “çocuklar size tanrının kötü olduğunu ispatlayacağım.” der ve açıklamaya başlar: “Tanrı her şeyi yaratan mıdır? Evet, her şeyi yaratan tanrıdır. Peki etrafımıza, dünyaya baktığımızda birçok kötülük ve zulüm var mıdır? Evet öyledir. O halde her şeyi yaratan tanrı ise bu kötülükleri de yaratan odur. O halde tanrı kötüdür.” Bu açıklama karşısında Einstein söz ister ve aralarında şu diyalog geçer:

Einstein: Profesör, soğuk diye bir şey var mı?
Prof : Bu nasıl bir soru? Elbette var. Sen hiç soğukta bulunmadın mı?
Einstein: Hayır, soğuk diye bir şey yoktur profesör. Soğuk, yeterli sıcaklığın olmama halidir. Peki karanlık var mıdır profesör?
Prof : Tabiki vardır, nasıl olmaz!
Einstein: Hayır, karanlık da yoktur, o ışığın olmama halidir. İşte bunlar gibi etrafımızda yaratılan kötülükler de yoktur yani tanrıdan değildir. Bu durum insanların kalplerinde tanrı sevgisinin olmama halidir.
Görüldüğü gibi insanların tanrı algıları farklı farklıdır ve insanlarda da ona göre yaşarlar.

Her insan bir kainattır düsturu bir darb-ı mesel olarak umumun dilindedir. Evet her insan bir kainattır ve her kainatın da bir tanrısı vardır. Yazımda sürekli tanrı tanrı dedim ki bunu kasten böyle yaptım. Çünkü insanların kendi kafalarında oluşturdukları tanrının bir eksikliği, noksanlığı vardır. Çünkü sınırlı bir varlık sınırsızı tam olarak tahhayül edemez. Bu yüzden onların adı tanrıdır. Halbuki Allah (c.c.) her türlü noksan sıfatlardan münezzehtir. Bizlerden sürekli sübhanallah dememizin istenmesi de bundandır belkide. Yani kendi tasavvurumuzdaki tanrıyı noksan sıfatlarından arındırıp onu Allah makamına çıkarmaya çalışmaktır. Asrın adamı Bediüzzaman bir gün kendinden geçercesine sübhanallah sübhanallah virdine dalıp gidince talebeleri, neden bu kadar aşkla söylüyorsunuz üstadım demişler, o da “ben bu dünyaya sübhanallah demeye geldim.” demiş. Burdaki inceliğe dikkat. Yani algımızdaki tanrıyı kemale erdirip onu gerçek ilah mertebesine ulaştırma meselesi. (Bknz: subhanlah’ın manası). Bunu nasıl yapacağımız ise açıktır aslında. Allah gönderdiği kitaplarda hep esmasından bahsetmiş ve kendini tanıtmıştır. Sümme haşa, Allah’ın kendi reklamını yapmaya ihtiyacı mı var ki ben böyleyim, ben şöyleyim desin! Haşa ve kella! Buna bizim ihtiyacımız vardır. Rabbimizi tam tanıyalım diye hem kitaplarında kendisinden bahsetmiş hem de o kitaplara bir nevi vücut giydirip kainatı yaratmış ta ki insanlar gerçek ve tek ilah olan Allah’ın her tülü eksiklikten ve noksanlıktan müberra olduğunu anlasınlar. Allah bizleri de anlayanlardan eylesin.

Vesselam. . .

YORUM YAZ
Henüz yorum yapılmamış.

Yorum yapmak için üye girişi yapmanız gerekmektedir. Yada Misafir Olarak Yorum Yapabilirsiniz.Üyeliğiniz varsa üye girişi yapabilirsiniz. Yeni üyelik için üyelik formunu kullanabilirsiniz.